Ölümün ve Korona Virüsünün Harika Çaresi
Click Here for English Versiyon
Ecel Gizli Olduğundan Her Bir Günde Ölme İhtimali, Korona Virüs Sebebiyle Ölme İhtimalinden Tam 612 Kat Fazla Çıkıyor! Bunu Ne Yapacağız??
Acaba korona virüsünden ölmek ihtimali ile bugün ölmek ihtimalini karşılaştırmayı hiç düşündünüz mü? Bizce bir düşünün!
Not: Bu yazının 18 Mart 2020’de yayınlanan eski versiyonunda önceden yapılan hesapta ise, 2200 kat imiş ama bir hesap hatası sebebiyle 22 kat demiştik.
Lütfen Dikkat! Hem ölümün, hem de Korona virüsünün harika bir çaresine, yazının sonunda yer verildiği bilgisini sizlere şimdiden müjdelemek isteriz!
Not: Yazıya geçmeden aşağıdaki bilgilendirmeler, bir alt yapı hazırlığı olacaktır. Bu nedenle bir parça uzun bir giriş de olsa, çok faydalı ve önemli olduğundan başa alındı. Bu yazının ele aldığı konunun, bir insan için ne kadar hayatî ve önemli bir mesele ve dava olduğunun anlaşılması çok önemlidir. Çünkü yazıya verilecek önemi ve yazıdan yaralanma düzeyini belirleyecektir..
Önemli Bilgilendirmeler:
1- Biz bu yazımızla insanların ölüme çare aramalarının, her şeyden önemli ve öncelikli meseleleri olduğunu ve eğer ölümün bir çaresi varsa, bu çareye karşı ilgisiz kalmalarının akıllıca bir iş olmadığını söylüyoruz….
Bu yazıya muhtelif yerlerde yazılan yorumlar gerçekten ibretlik. Biri “bu ne demek, ölümlerden ölüm mü beğenelim”, diğeri “milyonlarca insan cehennemi yaşayacak” ve bir diğeri “insanları tedbir almaktan soğutmayın” yazmış! Halbuki bu yazının maksadı o kadar açıktır ve 5 yaşındaki bir çocuk bile anlar ki, bu yazı kendi canının kıymetini bilen ve böyle bir virüs karşısında insan olmanın bir gereği olarak korkan ve tedbir alan birini muhatap alır ve der ki:
Kardeşim, nasıl ki bu hastalık için tedbir alıyorsun, o halde bu virüsten 22 kat daha fazla bir ihtimalle seni her gün tehdit eden ve bir gün kesin olarak seni öldürecek ölüm virüsü hakkında da bir tedbir almayı düşünmelisin ve eğer bu ölüm denen hakikatin eğer bir çaresi varsa ve aklın da varsa, elbette bu çareyi kendin için kullanmalı ve o çareye karşı ilgisiz kalmamalısın!
Zaten kendi canının kıymetini bilmeyen ve tedbir almayı dahi düşünemeyen veya virüse karşı gaflet içinde ilgisiz kalan bundan 22 kat daha tehlikeli ölüm hakikatine karşı da elbette lakayd kalır ve elbette bu yazının muhatabı o değildir!
2- “Milyonlarca insan cehennemi yaşayacak” diye saçmalayan ve cehennemden habersiz kişi ise ne cenneti, ne cehennemi bilmiyor. Arkadaşım cehennemi senden öğrenecek değiliz. Biz, bize ölümün harika çaresini sunan ve ebedi hayat reçetesini bize getiren ilahi vahiyden ve peygamberinden öğreniriz cehennemi. Bak o ne diyor. Dinle ve çeki düzen ver kendine ve haddini bil, öyle konuş.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: Cehennemliklerden dünya ahalisinin en nimetli ve en refahlısı olan kimse kıyamet gününde getirilir ve ateşe bir daldırılışla daldırılır.
Sonra: “Ey Âdemoğlu! Sen hiçbir hayır gördün mü? Sana herhangi bir hayır uğradı mı?” diye sorulur.
O kul: “Hayır, vallahi ya Rab!” der.
Müslim 2807/55, İbni Mace 4321
3- “İnsanları tedbir almaktan soğutmayın” diyenlere ve bir de başka bir yerde “Allah cahilleri kayırmaz. Yüzmeyi bilen ateist kurtulur, bilmeyen Müslüman boğulur. Bana bir şey olmaz deme.” şeklinde paylaşımlara cevabımız:
Bilemiyorum acaba bu en son aktardığımız sözde bunu aktaran kişi güya aklınca inanan insanları tedbir almadıkları için küçük görmek mi istemiş. Biz de hem tedbir aldığımızı, hem de her şeyi Allah’tan bildiğimizi ve nasıl bir bilinç seviyesinde olduğumuzu şu sözlerle ifade ettik. Ondan bize geri ses gelmedi.
Cevabımız: “Doğrudur efendim. Kainattaki tabiat kanunları da ilahî birer kanundur. Onlara da itaat ve isyan olur. Tedbir almak bu ilahî kanunlara uygunluk göstermek demek, onları takdir edenin iradesi doğrultusunda, emrine uymak demektir. Biz kaderin takdirini bilmediğimiz için, elbette zaruret olmadan gereksiz riskleri almamak ve tedbirli davranmak (bu hayat emanetini koruma vazifesinin bir parçası olarak) bizim üzerimize borçtur.”
4- Çok önemli bir diğer konu da şudur: Bu yazımızı önemine binaen elinizden geldiği kadar insanlara ulaştırmaya gayret etmeniz sosyal sorumluluk ve manevî mesuliyet açısından önem arz etmektedir.
Bunun ne kadar önemli bir görev niteliğinde olduğunu ve böyle çabalara mani olacak nitelikteki uygunsuz yorumların (bu yazının yayınlandığı bazı yerlerde yapılan yorumları kastediyoruz) ne kadar büyük bir kabahat olduğuna ve böyle yorumlara o ortamlarda şiddetle kızdığımızın sebebine şu misal ile bakınız lütfen.
Sizden yalnızca vicdan ve aklınızı yanınıza alıp aşağıdaki iki misali dikkatlice değerlendirmenizi istiyoruz. İşte buyrun:
Önce yapılanın ne kadar çirkin bir davranış ve ne kadar büyük bir insanlık suçu olduğunu ve hangi sebeple şiddetli hiddet ettiğimizi ve bu yazıyla ifa edilen vazifenin ne kadar önemli bir insanlık meselesi olduğunu iyi idrak etmek gerektir.
Bir düşünün: Bir insanın hayatı söz konusu ve siz bu insanı kurtarmak maksadıyla bir girişimde bulundunuz. Birisi geliyor ve bu teşebbüsünüze mani olmaya çalışıyor veya bu teşebbüsünüzle dalga geçiyor ya da insanların sizin yardımınızdan istifade etmelerinin ve kurtulmalarının önüne geçecek sözler söylüyor. Böyle bir insan hakkında ne düşünür ve hangi ifadelerle onun yaptığı bu çirkin ve insanlık suçu niteliğindeki kabahati ayıplardınız ve onun gibi başkalarının da meydan almasının önüne geçmek ve yapılan yanlışın herkesçe bilinmesi ve ayıplanması için hangi sıfatlarla etiketler ve ifşa ederdiniz? Elbette kamu hukukuna ve insanların yaşama haklarının korunmasına tecavüz eden bu insan hakkında, yapılan davranışı kötü göstermenizin hakkınız olmadığını kimse size söylemezdi, değil mi?
Şimdi bir de bunu düşünün: Yukarıdaki misalde zahmet ve meşakkatlerle dolu, geçici ve fanî bir hayat ve sağlık söz konusu. Belki 10, belki 30-40 sene. Ama hiç bir şartta 50-100 seneden fazla değil. Halbuki bizim meselemizde ise geçici bir dünya hayatının ve sağlığının korunup kurtarılması değil; ölümün çaresinin bulunması ve ölümün öldürülmesiyle milyarlar, trilyonlar seneden fazla ebedî bir hayatın ve kalıcı bir sağlığın ve sonsuz bir gençliğin korunup kurtarılması ve kazanılması söz konusu! Tabi diğer taraftan yine sonsuz sürelerde devamlı ve kalıcı bir azaptan kurtuluş da diğer yönü.
Acaba bir insan için bundan daha hayatî ve önemli bir mesele ve dava olabilir mi?
İşte biz insanların ebedî hayatlarını kurtaracak bir çareyi ciddî olarak insanlara sunuyor ve teklif ediyoruz. Ölümün, peygamberler eliyle getirilen harika çaresiyle ilgilenmelerini sağlamak için, ölümün dehşetli mahiyetini hatırlatarak insanların dikkatlerini çekiyoruz. Bizim bu çabamızda insanların istifadesine mani olmaya çalışan bir insanın yaptığı davranışın veya söylediği sözün, hakikat noktasında ilk misalden milyonlarca kat daha fazla çirkin bir davranış ve insanlık suçu niteliğinde olduğunu ve teşebbüsümüzün ise çok önemli ve hayatî bir insanlık davası bulunduğunu anlamak ve idrak etmek, hiç de zor olmasa gerektir.
5- Son olarak Korona virüsle ilgili komplo teorileri hakkında doğru yaklaşım tarzımızın nasıl olması gerektiğini ifade edeceğiz. Virüsün insan eliyle üretilmiş olduğundan tutun da, bu virüsün tüm dünyadaki insanları kontrol edip yeni dünya düzenine geçirmek için herkese çip takma planın bir parçası olduğuna ve güya B grubu kanı hedefleyen korona virüsünün Türkleri, seyyidleri ve dindarları ortadan kaldırmak için tasarlanmış olduğuna kadar uzanan bu iddialar, öncelikle delilsiz ve mantıkî tutarlılıktan uzak olduklarından kıymet vermeye ve itibar etmeye değmezler.
Bu konudaki ikinci ve çok daha önemli yaklaşımımızı, bu tür iddialarda bulunanlara sormuş olduğumuz şu sorularla ortaya koyacağız. Soruyoruz: Böyle bir şey gerçekse bunu bilmemizin ne faydası var ve neye dikkat edeceğiz Allah aşkına? Değiştirebileceğimiz veya tedbir alabileceğimiz bir şey değil ki bunlar!? Neden bahsediyorsunuz! Bunları bilmenin faydası değil, zararı var sadece! Neden anlatıyorsunuz bu kadar hararetle!? Daha da önemlisi, (bu tür iddiaları ortaya koyanlara ve özellikle Risale-i Nur’dan haberdar olanlara soruyoruz) acaba bu anlattıklarınızın, insanın dünyadaki kulluk vazifesi ve dünyanın hakikî mahiyeti noktasında ne gibi bir önemi ve kıymeti vardır? Bu vazifenin yerine getirilmesine katkıları ve dünyanın hakikî mahiyetinin anlaşılmasına faydası ne düzeydedir? Daha da önemlisi tüm bu anlattıklarınızın, bu vazife ve mahiyeti etkileyen ya da değiştiren bir özelliği var mıdır?! E, bu sorulara müspet bir cevap verilemeyeceği açık olduğundan, demek mâlâyanî, lüzumsuz ve boş konuşulduğunun ve insanları bu gereksiz şeylerle meşgul edip, yaratılış gayelerine odaklanmaktan alıkoymanın, özellikle Risale-i Nur’u bilen birine hiç yakışmayacak bir iş olduğunun kabul edilmesi gereklidir.
Acaba nedir bu kadar komplo teorisyenliği? İnsanlara hakikî hakikati anlatmak, onların ebedî hayatlarına hiç faydası olmayan şeyleri anlatmakla oyalamamak bu zamanda en önemli bir vazife değil midir? Evet, insanların zihinlerini bu kadar âfakî ve lüzumsuz ve faydasız, karışık meselelerle meşgul etmenin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. (Hele ki Risale-i Nur’u ciddî anlamda bilen biri söz konusuysa mazereti hiç kabul edilmez.) Çünkü dünyanın, hayatın, insanın, insanın vazifesinin, ölümün ve hastalığın mahiyet ve hakikati değişmiyor, sabit kalıyor ve dünya üzerindeki hiç bir hadise ve hiçbir hastalık bu dünyanın sahibinin izni ve iradesi haricinde meydana gelmiyor. Ve insana zarar ve menfaat vermek sadece onun elindedir. Başka hiç kimse ve hiçbir sebep, onun izni olmaksızın zarar ve manfaat veremez. Dolayısıyla bu dünyanın hakikatini ve mahiyetini değiştirecek hiçbir hadise olamaz. Her hadise de bu kaidenin içine dahildir. Biz vazifemize bakarız, böyle şeylere hiç kıymet vermeyiz.
Yani inancımızın gereğini yapma noktasında, hareket tarzımızı değiştirme ve şaşırtma noktasında bizi etkilemez ve bu noktada kıymet vermeyiz ve bizi sarsmaz. Hatta ahirzaman alameti olmaları noktasında bizi teyit eder. Daha sağlam, daha ciddi devam etmemize sebep olur ve olmalıdır diyoruz ve bu meseleyi de böylece kapatıyoruz.
Şimdi yazımıza ve çok çarpıcı tespit ve çıkarımlarımıza giriş yapıyoruz ve yazımıza gerçek anlamda başlıyoruz:
Her bir günde ölme ihtimalinin, Korona virüs sebebiyle ölme ihtimalinden tam 612 kat fazla çıktığına ait şaşırtıcı hesaplamalar!
(Not: Hesaplamalar 45 yaşındaki bir insanın 60 sene yaşayacağı kabul edilerek ve virüsün 5 ay 13 günlük tablosu üzerinden yapılmıştır.)
45 yaşındaki bir insanın ortalama ömür olan 60 yaşında öleceğini varsayarsak, 15*360=5400 gün ömür olur. Bu kişinin 5400’de bir ihtimalle her gün ölme ihtimali bulunmaktadır. % 0,018 yani “onbinde bir” ihtimal!
Şimdiye kadar Türkiye’de Korona virüse yakalananların sayısı: 165.555
Türkiye’de Korona virüsten şimdiye kadar ölenlerin sayısı: 4.585 (Ölüm oranı % 2,7)
Şimdiye kadar Dünya çapında Korona virüse yakalananların sayısı: 6.376.835
Tüm dünyada Korona virüsten şimdiye kadar ölenlerin sayısı: 380.227 (Ölüm oranı % 5,9)
Tüm dünyada Korona virüsten ölenlerin sayısı Dünya nüfusunun % 0,0048’i, yani yüz binde 5’idir. Türkiye’de Korona virüsten ölenlerin sayısı ise, Türkiye nüfusunun (83.154.997) % 0,00551’i, yani yine yüz binde 5’idir.
Yukarıdaki oranı şu an itibariyle hastalığa yakalanma ve ölme ihtimali olarak düşünebiliriz. Yani % 0,0048 Fakat tabi bu oran 5 ay 13 gün gün için söz konusu olduğu için bunu 163’e bölerek 1 güne düşen oranı buluyoruz: 0,0048/163= % 0,0000294 yani “on milyonda üç” ihtimal! Bu tabloya göre her bir günde ölme ihtimali, bu hastalık sebebiyle ölme ihtimalinden tam 612 kat fazla çıkıyor!
(0,018/0,0000294=612) (Bundan 2 ay önce yaptığımız hesapta ise, 2200 kat imiş ama bir hesap hatası sebebiyle 22 kat demişiz.)
Evet, eğer korona virüsten korkuyorsak, bu tablo karşısında gerçekten titremeli ve vasiyetimizi hazırlamalıyız demektir!
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, corona virüs nedeniyle meydana gelen ölüm oranının sadece YÜZDE 3.4 olduğunu duyurdu. (% 3-6 arası değişiyor)
Şu anki Dünya Nüfusu: 7.788.811.525
Bu yıl doğanların sayısı: 59.292.440
Bugün doğanların sayısı: 187.760
Bu yılki ölüm sayısı: 24.892.480
Bugün ölenlerin sayısı: 78.960 (Korona virüsten 5 ayda ölenlerin sayısı bunun sadece 5 katı!)
Hastalığın çıkış tarihi: 20 Aralık 2019
Geçen zaman: Yaklaşık 5 ay, 13 gün
Hastalıktan gün başına ölüm sayısı: 2332 kişi (her gün dünyada ölen insan sayısı olan 78.960, bunun tam 34 katı!)
Allah İnsana Korku Damarını Hayatını Korumak İçin Vermiş, Hayatı Tahrip İçin Değil!
Hayatı Ağır ve Müşkil ve Elîm ve Azab Yapmak İçin Vermemiştir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’den bizi bu hesaplamayı yapmaya yönlendiren harikulade bir hatıra anlatımı ve müthiş bir mantık kurgusu:
“Nasılki damda bir adamı tehlikeye atmak için, bir dessas adam, o evhamlının nazarında zararlı görünen bir şey’i gösterip, vehmini tahrik edip, kova kova tâ damın kenarına gelir, baş aşağı düşürür, boynu kırılır. Aynen onun gibi; çok ehemmiyetsiz evham ile, çok ehemmiyetli şeyleri feda ettiriyorlar. Hattâ bir sinek beni ısırmasın diyerek, yılanın ağzına girer.
Bir zaman -Allah rahmet etsin- mühim bir zât kayığa binmekten korkuyordu. Onun ile beraber bir akşam vakti, İstanbul’dan köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyyüb’e gitmeğe mecburuz. Israr ettim.
Dedi: “Korkuyorum, belki batacağız!”
Ona dedim: “Bu Haliç’te tahminen kaç kayık var?”
Dedi: “Belki bin var.”
Dedim: “Senede kaç kayık garkolur.”
Dedi: “Bir-iki tane, bazı sene de hiç batmaz.”
Dedim: “Sene kaç gündür?”
Dedi: “Üçyüzaltmış gündür.”
Dedim: “Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üçyüz altmış bin ihtimalden bir tek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan; insan değil, hayvan da olamaz!”
Hem ona dedim: “Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?”
Dedi: “Ben ihtiyarım, belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır.”
Dedim: “Ecel gizli olduğundan, herbir günde ölmek ihtimali var; öyle ise üçbin altıyüz günde her gün vefatın muhtemel. İşte kayık gibi üçyüzbinden bir ihtimal değil, belki üçbinden bir ihtimal ile bugün ölümün muhtemeldir, titre ve ağla, vasiyet et!” dedim. Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim: “Cenab-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrib için değil! Ve hayatı ağır ve müşkil ve elîm ve azab yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa.. hattâ beş-altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârane bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimal ile havf etmek evhamdır, hayatı azaba çevirir.”
İşte ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhadın dalkavukları, sizi korkutmak ile kudsî cihad-ı manevînizden vazgeçirmek için size hücum etseler; onlara deyiniz:
“Biz hizbü’l-Kur’ânız. “İnna nahnu nezzelnazzikre ve inna lehu lehafizun” (“Şüphesiz ki zikri (vahyi, Kur’ân’ı) Biz indirdik; onu koruyan da elbette Biziz.” Hicr Sûresi, 15:9.) sırrıyla, Kur’ân’ın kalesindeyiz.
Hasbinalluhu ve nimelvekil (“Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.) etrafımızda çevrilmiş muhkem bir surdur. Binler ihtimalden bir ihtimalle şu kısa hayat-ı fâniyeye küçük bir zarar gelmesi korkusundan, hayat-ı ebediyemize yüzde yüz, binler zarar verecek bir yola bizi ihtiyarımızla sevk edemezsiniz.”
Hem Ölümün, Hem de Korona Virüsünün Harika Çaresi
Ölüme ve Hayata Farklı Bir Işığın Altında Bakmak (“Ölümün Çaresi” isimli kitabımızın giriş metni)
Ölümün çaresini gerçek anlamda keşfetmek ve ölümsüz bir hayatı ve bitmeyen bir mutluluğu kazanmanın yöntemini öğrenmek ister misiniz? O halde sonuna kadar okuyun!
Ölüm ve hayat.. Hangisi daha anlaşılmaz ve sırlarla dolu? Hangisi daha gerçek? Bu satırları okuyan bir kişi bile yüz sene önce bu dünya yüzünde mevcut değildi. Acaba bu yüzden, hayat mı daha önemli ve kıymetlidir? Yine bu satırları okuyan tek bir kişi, yüz sene sonra bu dünya üzerinde dolaşıyor olmayacak. Yoksa bu nedenle ölüm mü daha önemlidir? Ne istiyor bu ölüm bizden? Hayata hiç uğramamışçasına yok etmek mi istiyor? Yaşam ve varlık nimetini tattıktan sonra, tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi, mutlak bir karanlık içine mi davetliyiz hepimiz? Eğer öyleyse ve böyle dehşetli bir son hepimizi bekliyorsa, bu hayatta yaşamayı değerli ve kıymetli kılan tek bir şey gösterebilir misiniz? Hayır, asla gösteremezsiniz. Çünkü madem neticesi güzel olan her şey güzeldir. O halde akıbeti kötü olan her şey de kötü sayılır.
Şayet hayattaki her şeyin neticesi ve akıbeti, çürümek ve yok olmak ise, o halde elbette denilebilir ki: Bu fâni hayatta ne varsa her şey çürüktür ve esassızdır. Göstereceğiniz en anlamlı ve güzel şey, mademki yok olup anlamsızlığa ve çirkinliğe dönüşecek. O halde yaşamda mutlu olmak adına ne tattıysanız, biriktirdiğiniz ne kadar çok güzellik varsa, ne kadar fazla lezzet ve haz alabildiyseniz; bunların tümü, o nispette kötü ve çirkin bir manaya, yani ölüm nedeniyle tamamıyla zıtlarına dönüşecekler demektir.
Yaşamda ne kadar çok şeye sahip olursanız, ölüm neticesinde o kadar çok şeyi kaybedeceksiniz. Ölümün güzel ve aydınlık olan gerçek hakikati, sadece ilahî vahyin ışığında görünür ve o ışık olmadan çıplak gözle karanlık görünen o ölüm; mahiyeti bilinmeden önce, her şeyi içine alıp acımasızca öğüten ve dışarı hiç bir şey bırakmayan ve geri dönüşü olmayan bir kara deliktir. Ölümün dıştan görünen karanlık yüzü karşısında hiç bir yaşam ışığı dayanamaz.
Ölüm ve hayatın hangisinin daha kıymetli ve önemli olduklarını anlamaya çalışalım şimdi de. Küçük çocukları bilirsiniz. Duygusal zekâlarını ölçmek için minik bir test yapılır. Onlara denilir ki: Şimdi bir adet şeker alır ve yersen ve tabağındaki diğer şekeri yemezsen, “sonra” sana on tane daha şeker verilecek. Eğer ikisini de “şimdi” yersen, “daha sonra” sana başka şeker verilmeyecek. Hatta ceza olarak bir de tokat atılacak. Bazı çocuklar, ertelenmiş zevkin gelecekteki kazancını tercih edebilecek ve ilerde gelecek cezadan sakınacak duygusal zekâya sahiptirler ve on tane şeker kazanmak için, o bir şekerden vazgeçebilirler. Bazıları ise, akıbeti görmeyen kör hislerine kapılıp, anlık zevklerine yenik düşüp, akıllarını kullanmayarak iki şekeri birden yerler. Yapılan araştırmalar, anlık zevklerini sonraki daha büyük kazançlar için erteleyebilenlerin, daha yüksek duygusal zekâya sahip olduklarını ve yaşamda da daha başarılı olduklarını göstermiştir. Şimdi bir de şöyle düşünelim. Elbette yüzü kazanan, biri kaybeden (veya geçici olarak erteleyen) zararda olmadığı gibi, pek çok kazançlıdır.
Bir yaşam deneyimine gerçek anlamını kazandıran, sadece kısıtlı bir zaman dilimi içinde yaşanan süreçte neler olup bittiği değildir, tamamıdır, yani nasıl neticelendiğidir. Şimdi, yaşam sürecimizin kısa bir zaman dilimini kesip, sadece o yönüyle değerlendirmek doğru bir yaklaşım olmayacağından, eğer öldükten sonra yokluğa ve hiçliğe gidiyorsak, yaşamda ne yaşamış olursak olalım, neticesi itibariyle değerlendiğimizde, yaşadığımız hayatın hiç hükmünde bir kıymette olduğu açıkça görünecektir. İşte bu boyutuyla ölüm daha kıymetli ve önemlidir denilebilir ve doğrudur. Diğer taraftan, şayet ölüm, ebedî bir hayata açılan bir kapı ise ve bu hayattaki yaşam tarzımız, o sonsuz hayattaki mutluluğumuzu veya hüsranımızı belirliyorsa, yine aynı kaidemiz gereğince, yani hayatı ve ölümü, neticeleri itibariyle değerlendiğimizde ortaya çıkacak sonuç tablosu şudur:
Ebedî bir azabı netice veren ve ebedî bir mutluluğu kaybettiren bir yaşam tarzında yüz bin lezzet ve zevk alınsa da boştur, hiçtir, anlamsızdır ve kâr hanesinde sıfır derecesinde bile bir kıymet ifade etmeyecektir. Diğer taraftan, çok sıkıntılı ve meşakkatli bir hayat geçirilmişse de, iman ve ibadetle yaşanan geçici bir dünya hayatının neticesi; (ebedî bir cehennemden kurtulmakla birlikte) üzüntü, korku, yorgunluk, acı, sıkıntı, yaşlılık, hastalık, ölüm, ayrılık, endişe gibi hiç bir olumsuzluğun bulunmadığı sonsuz cennet saraylarında, yüz binler yerde, aynı anda, hiç bir insan gözünün görmediği, hiç bir insan kulağının işitmediği ve hiç bir insan kalbine gelmemiş yüz binler zevki tadarak yaşamak ve O’nu kısa bir zaman görmenin, cennet hayatını unutturduğu haber verilen ilahî güzelliği görmek gibi neticeleri veren bir ebedî hayat saadeti olacaksa, böyle muhteşem bir neticeye karşılık, hangi hastalık, hangi musibet, başa gelen hangi kötü olay, “Buna değmez” denilecek kadar çekilmez olabilir ki?
O çok kıymetli hayat, her şeyi yok eden ölüm karşısında kıymeti yok hükmündedir ve hiç bir önem arz etmemektedir diyebiliriz. Kısa ve fâni bir hayatı ebedî bir hayata ve sonsuz bir saadete veya bitmeyecek bir hüsran ve azaba dönüştüren ölüm ise, hayattan milyonlar kere daha kıymetli ve önemlidir denilebilir. Elbette, “Ebedî hayatı kazandıran, bu fâni hayattır!” denilirse, bu da çok doğrudur ve bu yönüyle bu fâni hayat kendi manasından başka bir manaya hizmet ettiği yönüyle, en büyük kıymeti ve önemi kendisine vermemize lâyıktır. Yani tıpkı bir tarlaya, vereceği mahsulât sebebiyle kıymet vermeniz gibi, bu dünya da, âhiretin tarlası olması hesabıyla çok kıymetlidir. Çünkü âhiret, burada kazanılacaktır. Cennet meyvelerinin tohumları, burada atılacaktır.
Dünyayı, ebedî bir hayat yolculuğunda ne kadar kısa bir durak olduğu yönünden ele alan peygamberimiz, hasır üzerinde istirahat edip de, hasırın vücudunda iz bırakması üzerine kendisine dünya nimetlerinden biraz yararlanması gerektiği ima edilmesi üzerine: “Benim dünya ile ne alâkam olabilir ki! Benim dünyadaki hâlim, bir ağacın altında gölgelenip azıcık dinlendikten sonra yoluna devam eden bir yolcunun hâline benzer.” (Tirmizî, Zühd, 44) demiş ve şüphesiz Allah’ın en doğru sözlü resulü olan peygamberimiz, dünya hayatını böyle görmekte ve göstermekte çok doğru söylemiştir.
Şimdi, ölümün peygamberimiz eliyle getirilen harika çaresinin, ne kadar büyük bir müjde olduğuna biraz daha yakından bakmaya çalışalım. Bir yakınımız ölmüş ve insaniyet itibariyle çok üzülmüşüz, hatta hayata da küsmüşüz ve bunalımlı bir haldeyiz farz ediyoruz. Böyle bir haldeyken, elinde bir çanta ile gayet ciddî, güvenilir ve iddialarının doğruluğunu ispatlayabilen biri gelse ve bize dese ki: “Bende ölümsüzlüğün formülü var! Hem o ölen sevdiğini tekrar hayata getirecek bir formül de yanımda! Hem sen, hem o sevdiğin kişi, sonsuza kadar yaşayacaksınız. Hem de hiç yaşlanmadan genç kalacaksınız. Bununla beraber, içi muhteşem saraylar ve her emrinizi yerine getiren hizmetkârlarla dolu dünya kadar bir mülk de sizin olacak. O saraylarda öyle bir tarzda yaşam süreceksiniz ki, bu dünyada karşılaştığınız hiç bir olumsuz duyguyu bir daha tatmayacaksınız. Ayrıca, bu fâni dünyada tatmayı hayal dahi etmediğiniz lezzetlerin ve hazların yüz binler çeşidini de yaşamak fırsatını elde edeceğiniz harika bir yerde yaşamınızı sürdüreceksiniz.”
Şimdi, bir an için böyle bir teklifin ve haberin, ciddî ve gerçek olduğunu düşünün lütfen ve böyle bir haberin sizin ne anlam ifade edeceğini hayal edin. Böyle bir haberin ve imkânın gerçekliğini kesin olarak anladığınızda, hâlâ üzülüp, bunalımda kalma ihtimaliniz var mıdır? Yoksa üzüntü sebebi ortadan kalktığı gibi, bir de büyük müjde almış her normal insanın yapacağı gibi, içinizi coşkulu bir sevinç ve heyecan mı kaplar? Şimdi bu misalin penceresinden dinin peygamber eliyle getirdiği büyük müjdesinin ve ölüme getirdiği muhteşem çarenin yüzüne bakın!
Risale-i Nur’da 31. Söz olan Mir’ac Risalesinin son bölümünde, Mir’ac’ın beş muhteşem meyvesi, yani insanlık ve kâinat için ifade ettiği beş büyük neticesi anlatılmaktadır. İnsan olan her insan için, inanılmaz bir manevî hazine kıymetinde olan bu risaleyi, muhakkak okumanızı tavsiye ediyoruz. Burada, Mir’ac’ın üçüncü meyvesi olan ebedî saadet hakkında biraz duracağız. Peygamberimiz, Mir’ac vasıtasıyla tüm iman esaslarının gerçek olduklarını gözü ile görmüştür. Mir’ac yolculuğunda melekleri, cenneti, cehennemi, ebedî âhiret âlemlerini ve Allah’ı bizzat kendi gözü ile görmüş ve gördüklerini teferruatıyla haber vermiştir. O andan itibaren kâinatın ve insanlığın manevî şekli tamamen değişmiş ve bambaşka bir gerçeklik, anlam ve kıymet kazanmıştır. O büyük peygamber, ebedî saadetin hazinesini görüp, anahtarını da yanında getirmiş ve tüm insanlara hediye etmiştir.
Düşünün bir kere, şu ölümlü dünya, zamanın geçmesiyle tüm canlıları ve insanları sonsuz bir ayrılık ve yokluk karanlığına, her daim ölüm vasıtasıyla atıp duruyor ve kendisi de uçsuz bucaksız bir uzay denizinde, hedefi belirsiz bir yöne doğru hızla seyahat ederken, birdenbire şu tarzdaki bir haber ile hayatın, ölümün, dünyanın ve ayrılıkların hakikati, nasıl tamamen değişiyor, bambaşka bir hâl alıyor. Dünya üzerinden çıkıp gidemeyen ve gitse de ölümden kurtulamayan ve ölümün ebedî idamıyla darağacında asılıp yok olmaya kendini mahkûm zanneden insanlığa, böyle muhteşem bir haberin doğru olarak verilmesi, nasıl saadetli bir durumdur ve nasıl hiç bir şeye değişilmez güzellikte bir müjdedir. Âdeta, bir insana tam idam edileceği sırada, idamdan affedildiği ve memleket sultanının payitahtında muhteşem bir saray verildiği müjdesinin verilmesi gibi.. Böyle bir haber, ne kadar sevince sebep olur, herkes takdir eder. İşte peygamberimizin Mir’ac vasıtasıyla getirdiği ebedî hayat ve saadet müjdesinin kıymetini anlamak için, bütün insanlar ve hatta insanlar gibi dinî mükellefiyete tabi bütün cinler adedince bu tarzdaki müjdeleri toplamak ve ondan sonra bu müjdeye gerçek kıymetini vermek gerekir.
Gerçekten de bir an için durup lütfen hayal etmeye çalışınız, kendiniz ve akrabalarınız dışında her gün ölen yüz binlerce insanın da sizin gibi can taşıdıklarını ve onların da sevdiklerinden mecburen ayrıldıklarını düşünün. Şimdi peygamberimizin getirdiği bu müjdeyle, tamamının ölümün idamından kurtulup, ebedî bir hayat kazanıp ölümsüz olmalarının ve her bir insanın, gayet makûl bir çabayla ebedî bir saadeti kesin olarak kazanma imkânına sahip olmasının ne kadar büyük bir şey olduğunu idrak etmeye çalışın. Tüm bunları ve daha fazlasını gerçek ve doğru olarak haber veren bir dinin getirdiği yüksek hakikat ile karşı karşıyayız. Böyle bir haberin kıymetini ve tüm insanlığı ilgilendirdiğini takdir etmek için, insan olmak yeterlidir.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, eğitim programımızın ilk ana bölümünde daha çok iman hazinesinin kıymetini keşfetmekle ilgileniyoruz. İkinci ana bölümde ise iman hazinesinin varlığının delilleriyle daha fazla meşgul olacağız.
İşte, peygamberimizin getirdiği ve tüm insanlığa karşılıksız olarak sunduğu bu muhteşem hazinenin gerçek olduğunu ve şüpheye yer bırakmayacak derecede kesin delillerle ispatlandığının haberini de, biz size şimdiden veriyoruz!
Ölümden sonra gelecek ebedî bir hayatın varlığını, Kur’ân’ın feyziyle iki kere iki dört eder tarzında göstermiş ve kıştan sonra baharın, geceden sonra gündüzün geleceği derecesinde ve bu dünyanın var olması kesinliğinde aklî ve mantıkî delillerle ispatlamış Risale-i Nur’dan artık haberdarsınız!
Bahsi geçen ispatın yapıldığı eser, Risale-i Nur’un 10.Söz’ü ve eğitim programımızın ve kitabımızın ikinci ana bölümünün 5.Hakikati olan Haşir Risalesi’dir. Haşir Risalesi’ndeki esrarlı ve muhteşem hakikatlerin kapısından içeri girmek için, 10.Söz’ün tamamını izah metinleri eşliğinde okuyabileceğiniz kitabımız “Prova Sahnesi’ni okumanızı tavsiye ediyoruz.
Sizlere bu konuda iki kaynak kitap tavsiye ediyoruz. Birisi yukarıda ismi geçen eser, diğeri de “Ölümün Çaresi” isimli kitap çalışmaız. Her ikisinin de adresleri aşağıdadır:
1- Prova Sahnesi (Öldükten Sonra Dirilişin ve Ebedî hayatın Varlığının İspatı)
2- Ölümün Çaresi
https://atomic-temporary-101453453.wpcomstaging.com/2015/10/24/olumun-caresi/
(Her iki kitabın görsel/interaktif versiyonlarına internet sitesinin görsel/interaktif kitaplar menüsünden ulaşabilirsiniz.)
Bu iki kitabın tamamının görsel destekli ders videolarının oynatma listesi adresleri de aşağıya alınmıştır:
1- Prova Sahnesi (Öldükten Sonra Dirilişin ve Ebedî hayatın Varlığının İspatı)
https://www.youtube.com/watch?v=-C2bFanrwfQ&list=PL5bPD7AdvnTww3tXaldadsIbpfggLp9Sf
2- Ölümün Çaresi
https://www.youtube.com/watch?v=pePqhl8WvLo&list=PL5bPD7AdvnTxDZfsDZdQDvz5gQUUGNv-4
