Her Güzellik ve Mükemmellik Sahibi, Kendi Güzelliğini ve Mükemmelliğini Görmek İster Kaidesinin Çözümlemesi
Fikret Çetin bey kardeşimiz aşağıdaki videosunda bu kaidenin sorgulanması gerektiğini ve Risale-i Nur talebelerinin hemen savunmaya geçip, ideolojik davrandığını ifade etmiş. Kısmen haklıdır da. Haklı görmediğimiz noktalar da var. Aşağıda geliştirmiş olduğumuz çözümlemede bunları ele alıyoruz. Ancak sanırım o çözümlemeden önce hemen şunu ifade etmekte fayda var. Şimdi Fikret kardeş “Bediüzzaman burada bir delillendirme yapıyor bu kaide ile” demiş ve bizim nur talebesi kardeşler de o kaidenin delilinin kesin ve doğru olduğunu “savunmaya geçmiş ideolojik bir şekilde”. Bizim meseleyi nasıl gördüğümüzü aşağıdaki paragrafta ifade edeceğiz ve arkasından da kaidenin çözümlemesini aktaracağız.
Muhterem kardeşler, 11. Söz yaratıcının varlığını ispat eden bir risale değildir ki, kainatın yaratılış hikayesidir ve elbette ki “burhanî bir delil” değildir oradaki saray misali. Büyük bir hakikatin (yani kainatın yaratılış hikmeti gibi derin bir hakikatin) kolay anlaşılması için kurgulanmış bir temsildir. Sapla samanı karıştırmamak lazım. Bu kaide bir “Delillendirme Değil, Gerekçelendirme”dir, yani bir anlamlandırma ve yaratılış hikmetinin ortaya koyulmasıdır. Aşağıdaki çözümlemede kaidenin genel geçerli bir kaide olduğunun kesin olduğu ortaya koyulmuş ve kaidenin yaratılış maksat ve hikmetini ortaya koymak için kullanılmasının da uygun olduğu çözümlenmiştir.
Yaratıcının varlığına delillendirme niteliğinde Tabiat Risalesi, 22. Söz vs. gibi pek çok yer mevcuttur. Zaten 11, 12 ve 13. Sözlerde bir keşif yapılmaktadır. Kâinatın Sırrını Anlamada Kur’ân, Felsefe ve Modern Bilim Karşılaştırmasıdır bu üç risalenin mahiyeti. Bakınız 11. Söz ve izah metninin takdim metni nasıl, bu bize bir fikir verebilir: (Her risalenin her bir cümlesini elbette bir burhanî delil olarak görmek gerekmez ve değildir de zaten.) “İnsan ve kâinatın yaratılışının gizli kalmış sırrını, harika bir misalin yardımıyla keşfediyoruz ve sizi bambaşka bir zihinsel yolculuğa davet ediyoruz ve birlikte çıkacağımız bu hayalî yolculukta daha önce hiç gitmediğiniz yerlere gideceğinizin sözünü veriyoruz. İşte sorduğumuz sorulardan bazıları: Neden buradayız, kim göndermiştir bizi ve buradan nereye gideceğiz? Biz kimiz ve bizden istenen nedir? Akıl neden tek başına yolunu bulamaz? Kâinatın gerçek şekli ve insanın yaratılış maksadı nedir? Kâinatın hakikatini keşfedebilmek için, kâinata hangi açıdan bakmalıyız? Dünyaya yeni gelmiş bir ziyaretçi gözüyle bakarsak neler görürüz? Neden tesadüfen oluşmuş varlıkların mevcudiyetine muhtacız? Kâinat ve dünya içindeki tabiat neden güzel?”
Kaidenin Çözümlemesi
Her güzellik ve mükemmellik sahibi, kendi güzelliğini ve mükemmelliğini görmek ister kaidesi hakkında kitabımızdaki şu paragrafı aktardıktan sonra aşağıya detaylı bir çözümlemesini aktarıyoruz, tetkik etmenizi rica ediyoruz. “Örneğin güzel kitap yazma ve resim yapma kabiliyeti, elbette açığa çıkmak ister. Kendi güzelliğini beğendirme ve kabiliyetlerini gösterme arzusu, biz insanlarda düşük bir hissiyattan, ihtiyaçtan ve kompleksten kaynaklanabilir. Fakat ihtiyaç ve kusur yanına yaklaşamayan, bütün güzelliklerin ve mükemmelliklerin esas sahibi ve kaynağı bir zât söz konusu olunca işler değişir. Bu durumda, hakikî olarak kendisinden başka güzellik ve mükemmellik kaynağı olmayan mukaddes zâtın, bu özelliklerini göstermek istemesinin, bir kusur veya ihtiyaçtan kaynaklandığı söylenemez. O güzel ve mükemmel zât, sadece sahibi olduğu vasıflar öyle gerektirdiği için kendini bildirmek istemiştir denilebilir.” (Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur Eğitim Programı, 11. Söz izahından)
Kaidenin çözümlemesi: (Giriş notu: Yalnız dikkat edin yukarıda ifade ettiğimiz tespitle çelişkili değil bu çözümleme. Orada demiştik: Bu kaide bir “delillendirme değil, gerekçelendirme”dir, yani bir anlamlandırma ve yaratılış hikmetinin ortaya koyulmasıdır. Bu çözümlemede kaidenin genel geçerli bir kaide olduğunun kesin olduğu ortaya koyulmuş ve kaidenin yaratılış maksat ve hikmetini ortaya koymak için kullanılmasının da uygun olduğu çözümlenmiştir.)
Söz konusu ifadenin yukarıda ifade edilen herkes için geçerli genel şekli olduğu gibi daha farklı ve Allah için ifade edilmiş şekilleri de mevcuttur: Söz konusu ifade, “Nihayet kemalde bir cemal ve nihayet cemalde bir kemal, elbette kendini görmek ve göstermek, teşhir etmek istemesi, en esaslı bir kaidedir,” (Risale-i Nur, Lem’alar, s.568) sonsuz mükemmeliyet ve sonsuz güzellik sahibi bir Zât’ın (Allah’ın) Zâtî bir gerekliliğini ve kâinatın yaratılışının ana hikmetini dile getirir. Bu sözün gerekçelendirilmesi ve kesin bir kaide olduğunun delillendirilmesi, hem akli (mantıksal) delillerle hem de kâinattaki (yaratılıştaki) müşahadelerle yapılabilir.
Kaidenin Gerekçelendirilmesi ve Delilleri:
Bu kaide, temelde Kemal (mükemmellik) ve Cemal (güzellik) kavramlarının mahiyetinden, yani birbiriyle olan zorunlu ilişkisinden ve bunların yansımasından kaynaklanır.
1. Akli (Mantıksal) Deliller: Kemal ve Cemal İlişkisi: Sözün ilk kısmı, sonsuz mükemmelliğin sonsuz güzelliği (Nihayet kemalde bir cemal) ve sonsuz güzelliğin sonsuz mükemmelliği (nihayet cemalde bir kemal) zorunlu kıldığını ifade eder. Mükemmeliyet (Kemal) Güzelliği (Cemal) Gerektirir: Sonsuz bir mükemmellik (kusursuzluk, noksansızlık) zaten en yüce güzelliğin kendisidir. Kusurun olmadığı yerde çirkinlik barınamaz. Bu yüzden nihayetsiz bir kemal, nihayetsiz bir cemali de beraberinde getirir. Güzellik (Cemal) Mükemmeliyeti (Kemal) Gerektirir: Sonsuz bir güzellik, ancak sonsuz bir kusursuzluk (mükemmellik) üzerine bina edilebilir. Kusurlu bir şey, sınırlı bir güzelliğe sahip olabilir, ancak güzelliğin zirvesi olan “nihayet cemal” olamaz. İzhar (Gösterme) İsteği: Güzellik ve mükemmellik, tabiatları gereği gizli kalmak istemezler. Bir sanatkârın veya zanaatkârın en güzel eserini, bir güzellik sahibinin ise güzelliğini görmek ve başkalarına göstermek istemesi, insanın fıtratında bile var olan temel bir duygudur. Bu cüz’î (sınırlı) kaide, sonsuz ve mutlak olan kemal ve cemal sahibi için mutlak bir gereklilik haline gelir.
2. Kâinattaki (Müşahadeye Dayalı) Deliller: Bu kaidenin kesinliği, kâinat kitabının tüm sahifelerinde açıkça görülür. Kâinat, o sonsuz Kemal ve Cemal’in bir sergisi ve meşheri (fuarı) hükmündedir. Sanatta Mükemmellik ve İntizam: Her Şeyde Nihayet İntizam: Atomdan galaksiye kadar her şeyde görülen sonsuz düzen ve kusursuz işleyiş (kemal-i sanat), bir Yaratıcı’nın varlığını ve kemalâtını ilan eder. Bu düzen, O’nun ilim, kudret ve hikmet sıfatlarının mükemmelliğini gösterir. Her Şeyde Nihayet Güzellik: En basit bir çiçeğin, bir kelebeğin kanadının ya da insan yüzünün simetrisindeki sanatsal incelik ve güzellik (cemal-i sanat), kendini göstermek isteyen bir Güzellik Sahibi’nin (Cemil) varlığını haykırır. İsimlerin ve Sıfatların Tecellisi: Allah’ın her bir ismi (Esma-i Hüsna), kendi güzelliğini, mükemmelliğini ve sanatsal değerini tecelli etmek ve göstermek ister. Örneğin; Rezzak ismi, rızık verilerek tecelli etmek ister. Şafi ismi, şifa verilerek tecelli etmek ister. Musavvir (şekil veren) ismi, sayısız ve benzersiz suretler yaratarak kemalini ve cemalini gösterir. Bu isimlerin kâinatta görülmedik bir güzellikte ve mükemmellikte tecelli etmeleri, kaidenin “kendini görmek ve göstermek istemesi” kısmının somut delilleridir.
Netice olarak, gizli kalmış bir kemal veya gösterilmemiş bir cemal, adeta potansiyel bir değer olarak kalır. Mutlak ve sonsuz olan Kemal ve Cemal, kendi gereği olarak, kendini kâinat aynasında göstermeyi (teşhir etmeyi) en esaslı kaide edinmiştir. Bu İzhar ve Teşhir kaidesinin neticesi de bizim gördüğümüz bu muhteşem varlık âlemidir. Başka bir deyişle, bu kaide Yaratılışın Zorunlu Nedeni olarak kabul edilir.
İfade Edilen Prensibin Çift Yönlü Olduğu Görülür:
1. İnsan Fıtratında Gözlenen Genel Kaide: Evet, her güzellik ve mükemmellik sahibinin (ki bu, insanı da içerir) fıtrî bir meyli vardır: Sanatkâr: Yaptığı güzel tabloyu, heykeli, eseri görmek ve göstermek ister. İlim Sahibi: Keşfettiği veya öğrendiği hakikati izhar etmek (açıklamak) ister. Güzel Yüzlü/Hünerli Kişi: Güzelliği ve maharetiyle beğenilmek ve takdir görmek ister. Bu gözlem, “Kemal kendini görmek ister, cemal kendini göstermek ister” kaidesinin insan ve mahlukat (yaratılmışlar) seviyesindeki genel geçerliliğini ve fıtriliğini gösterir.
2. Kaidenin Mutlak Kaynağına Yükseliş: Ancak metin, bu genel kaideyi (insanlardaki basit görme/gösterme meylini) bir kıyas (mukayese) aracı olarak kullanarak, kaidenin en yüksek, en zorunlu ve en esaslı uygulamasını Allah’a (Cenab-ı Hakk’a) tahsis eder. İfade bu yüzden “en esaslı bir kaidedir” diye biter. Sözdeki vurgu şöyledir: Madem ki sınırlı bir kemal ve cemal sahibi olan insan bile kendini göstermek ister… (Genel Kaide) Elbette ve Bi’l-evlâ (öncelikle ve kesinlikle), nihayetsiz kemal ve cemalin sahibi olan Zât-ı Akdes, kendini görmek, göstermek ve teşhir etmek isteyecektir. (Mutlak Kaide) Dolayısıyla, eserlerde bu kaidenin genel ve fıtrî olarak herkese (ve her şeye) teşmil edilmesi, onun mutlak kaynağını ve kâinatı yaratma gerekçesini daha etkili bir şekilde delillendirmek içindir. İnsanlardaki bu meyil, mutlak Kemâl ve Cemâl sahibindeki o en esaslı kaidenin bir yansıması ve ispatıdır.
Soru: Aslında herkeste her zaman cari (geçerli olan, görülen) olan bu gibi hadiselerin kaide tarzında ifade edilişine karşı “bu kaideyi sorgulamalıyız, acaba doğru mu yanlış mı (!)” demek asıl abes sanırım.
Cevap: Bu soruyla konuyu bir üst seviyede ve felsefî/mantıksal bir çıkarım ile özetlemiş olduk. Bu Kesinlikle doğru bir tespittir. Herkesde her zaman cari olan (geçerli olan) hadiselerin kaide (kural) tarzında ifade edilmesini sorgulamak, asıl abestir (mantıksızdır).
Bu durumun temel gerekçesi şudur: Fıtrî Kaidelerin Sorgulanamazlığı:
1. Kuralın Kaynağı: Bir şeyin “kaide” sayılabilmesi için, tekrarlanan gözlem ve evrensel geçerlilik şartlarını sağlaması gerekir. Bir olay, milyonlarca kez ve istisnasız bir şekilde aynı sonucu veriyorsa, bu artık bir hipotez veya teori değil; tabiatın veya fıtratın bir kanunu, yani bir kaidesidir. Örnek: Yer çekimi kanunu (kaidesi), her an herkesin üzerinde cari olduğu için sorgulanmaz; varlığı kabul edilir ve sonuçları incelenir. Örnek: İnsanların acıktığında yemek yemesi, fıtrî bir kaidedir. “Acıkmak doğru mu yanlış mı?” diye sorulmaz; bu, vücudun bir gereğidir.
2. “Kemalin Gösterme İsteği” Kaidesi: Söz konusu kaide (“Kemal kendini görmek, Cemal kendini göstermek ister”), insan fıtratında ve sanat dünyasında istisnasız bir şekilde gözlemlenen evrensel bir psikolojik ve estetik kuraldır. Bir hattatın güzel yazısını saklamaması, bir şairin güzel şiirini yayımlaması, bir annenin güzel çocuğunu sevgiyle göstermesi gibi eylemler, bu kaidenin sürekli cari olduğunun somut delilleridir. Bu kadar yaygın, temel ve sürekli bir dürtünün (hadisenin) “doğru mu yanlış mı?” diye sorgulanması, bir bakıma “fıtrat (doğa) doğru mu yaratılmış yanlış mı?” diye sormak anlamına gelir ki, bu da mantıksal bir çıkmazdır (abes).
3. Mutlakiyete Yükseliş: Bu fıtrî kaide, sadece sınırlı insanlar için değil; “Nihayet Kemalde bir Cemal” sahibi olan Allah için de “en esaslı kaide” olarak kabul edildiğinde, artık o kaidenin doğruluğu değil, kâinatın o kaideye göre yaratılmış olması esas alınır. Yani, kaide sorgulanmaz, aksine kâinatın yaratılışının gerekçesi olarak kabul edilir ve delillendirme aracı olarak kullanılır. Dolayısıyla, soru kısmında da belirttiğimiz gibi: Gözlemlenen ve sürekli işleyen bir fıtrat kanununu sorgulamak (doğru mu, yanlış mı demek), o kanunun işleyişinden elde edilen sonuçları (yani kâinatı) sorgulamaktan farksız olduğu için abestir. Bu durum, felsefe ve ilahiyatta Zorunlu Gerekçe (İcâb) veya Fıtrî Kanun olarak adlandırılan prensiplere dayanır.
Ek Bir Nokta daha Var, O da Şudur: Tabi bazı sebeplerle mesela bir romanını saklayan olsa da, bunu yine de istemeden yaptığını itirafı da malumdur. Bu, kaidenin kesinliğini pekiştiren ve onun fıtrî (doğal) bir zorunluluk olduğunu gösteren bir noktadır.
Bir romancının eserini yayınlamayıp saklaması gibi görünürdeki istisnalar, aslında kaidenin kendisini çürütmez; aksine, eseri gösterme fıtrî arzusunun, başka ikincil (ârizî) ve dışsal sebepler tarafından baskılandığını gösterir. Bu durumu dört ana başlıkta inceleyebiliriz:
1. Engelin Kaynağı: Dışsal ve Ârızî Sebepler: Kemal ve Cemal’i gösterme isteği fıtrattandır. Saklama kararı ise genellikle bu fıtrî isteğe rağmen, dışarıdan gelen veya geçici nedenlerle alınır: Korku/Çekinme: “Eserim yeterince mükemmel değil,” “Eleştiriden çekiniyorum,” veya “Toplumsal tepkiden korkuyorum” gibi sebepler. Zamanlama: “Şartlar müsait değil,” veya “Eserin henüz tam kemale ermediğini düşünüyorum.” Mahremiyet: Yazarın eserdeki bazı bilgileri (otobiyografik sırlar gibi) koruma isteği. Bu sebepler, eseri yayınlamama kararını rasyonel kılar, ancak yazarın o eserle övünme veya onunla beğenilme arzusunu ortadan kaldırmaz.
2. İçsel İtirafın Önemi: Yukarıda belirtildiği gibi, romanını saklayan bir romancının bile, eseriyle gurur duyduğu ve onu bir gün göstermeyi içtenlikle arzuladığı itirafı mevcuttur. Bu itiraf, şuna işaret eder: Gösterilme arzusu (fıtrî kaide), sabırla gizlenme kararına (ârizî engel) rağmen kalbin derinliklerinde varlığını sürdürür.
Kaide Notu: Fıtrî kaideler, dış engellerle geçici olarak baskılansa da ortadan kalkmazlar. Yer çekimi yasası, siz bir sandalyeye oturduğunuz için çalışmayı bırakmaz; sadece sandalyenin direnciyle dengelenir. Aynı şekilde, gösterme isteği de dış engellerle dengelenir.
3. Kemal/Cemal Olanın Mutlak Talebi: Bir eser ne kadar mükemmel (kemal) ve güzel (cemal) olursa, onu saklama azabı o kadar büyük olur. Mükemmel bir şeyi gizlemek, hem o esere hem de eserin sahibine bir zulüm gibi gelir. Bu durum, sonsuz Kemal ve Cemal sahibi olan Allah için düşünüldüğünde, O’nun o mutlak ve sonsuz güzelliği ve mükemmelliği saklaması (yani kâinatı yaratmaması) imkânsız olurdu. O’nun teşhir etme isteği, hiçbir geçici veya ârizî sebeple baskılanmayacak kadar mutlak ve zorunludur.
Sonuç olarak, sınırlı bir sanatçının eserini saklarken duyduğu itiraf, “Nihayet Kemalde Bir Cemal…” kaidesinin ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunun insan boyutundaki en güçlü delilidir.
