KEŞİF YOLCULUKLARI: Farklı Mana Açılımlarıyla, İzahlı ve Görsel Destekli Risale-i Nur Eğitim Programı

Medresetüzzehra Eğitim Yaklaşımı'nın Bilim Felsefesini Oluşturmaya Katkıda Bulunmayı Hedefleyen Akademik Eğitim Faaliyetleri

“Henüz Erken” ve “Ortam Müsait Değil!” Sözleri Ne Derece Doğrudur?!

Yorum bırakın

Büyük Bir Kabahati İfade Eden “Henüz Erken” ve “Ortam Müsait Değil!” Sözleri Ne Derece Doğrudur?!

Önümüzde İslam’ın Altın Çağının veya Erken Bir Kıyametin Gelmesini Belirleyecek 20-30 Sene Kadarlık Kritik Bir Zaman Dilimi Kaldığını Herkese Bildirmek İstiyoruz. Artık Kaybedecek Zaman Kalmadı!

Bu inceleme yazısında yapılan tahlil ve çok yönlü çözümlemeler ve herkesin kendi kendine doğruluğunu teyid edebileceği, ispatlı tespit ve çıkarımlar sayesinde; konuyla ilgili zihninizde en küçük bir soru işaretine, tereddüt ve şüpheye yer bırakmayacak kadar tatmin edici bir içeriğin sizi karşılayacağını taahhüd ediyoruz. Lütfen içeri buyrun!


Önemli Bilgilendirme: “İman Eğitiminde Ders Kitaplarının Eleştirel Bir İncelemesi, Yöntem Çözümlemeleri ve Örnek Metinlerle Alternatif Bir Model Teklifi” isimli inceleme dosyamızla ilgili yazımız, özellikle Risale-i Nur talebesi ve dindar eğitimciler için vazgeçilmez bir tamamlayıcı içeriktir. Dosyamız “Pratik ve Beklemeden Hayata Geçirilebilir Bir Uygulama Planı” ve tam kapsamlı bir çözüm paketidir. Muhakkak okunmasını ve önemle tetkik edilmesini şiddetle tavsiye ve talep ediyoruz.  Yazımıza ulaşmak için: https://wp.me/p6RGG1-2tU


İki Meraklı Sorunun Hakikatli Cevapları (Kendi Şüphesiz Kanaatimiz)

Tahlilde Kullanılan Metot, Delil ve Gerekçeler: Risale-i Nur, Üstad Bediüzzaman’ın bütün hayatındaki hareket tarzı ve teşebbüsleri, İslami ve imani hakikatlerin kainat içindeki kritik yerleri, mantıki ve akli çözümlemeler ve değerlendirmeler, Hazinet-ül Kuran ve Maidet-ül Bürhan tahlili, ebced hesaplarıyla Ahmet Feyzi Kul ve Üstad’ın verdiği tarihlerin çözümlemesi, Peygamberimizin ve birçok İslam evliyasının gaybi ihbarları.

Önemli Bilgilendirme: Bu inceleme yazısında yapılan tahliller ve ortaya koyulan şüphesiz deliller ve mantıki ve sağlam gerekçeler, herkesin kendi kendine kesinlik derecesinde cevap verebileceği önemli iki meraklı sorunun cevabını, daha önce hiç olmadığı kadar net ve şüpheye yer bırakmayacak kadar kesin olarak açığa çıkarmaktadır.

İlk sorumuz şudur: Risale-i Nur talebeleri, eserlerin devlet eliyle basılmasının ve Ayasofya’nın ibadete açılmasının, bu memlekete gelecek belaları defedecek bir sadaka hükmünde olduğundan ve bu anlamda çok ciddi fonksiyonları olduğundan haberdardırlar. Sormak gerekmiyor mu, bu iki büyük hizmet neden memlekete ard arda gelen onca büyük musibetin bir tanesine bile mani olamadı?! Biz söyleyelim, cevabı basit ve net: Demek bunların bile mani olamadığı çok büyük ve af kabul etmez bir kabahat var ve devam ediyor. Bu çıkarımı yapmak mantıklı değil mi sizce de? Acaba bu büyük ve af kabul etmeyen kabahat nedir? Tahlilimiz neticesinde, “Büyük Kabahat”in ne olduğu anlaşılmakla beraber, şu ikinci meraklı ve çok önemli sorunun cevabı da yazımız ile şüpheye yer bırakmayacak kesinlik ve açıklıkta verilmiş olacaktır.

İkinci meraklı soru ise şudur: “Kur’an medeniyetinin ve toplumun yeniden inşa edilmesi ve Risale-i Nur’un okutulması ve okullarda resmi olarak ders verilmesi” manasını tam karşılayacak bir eğitim programının hayata geçirilmesi, yani delile dayalı iman eğitiminin devlet eliyle verilmesi için “henüz erken ve ortam müsait değil!” deniliyor. Acaba bu söz ne derece doğrudur ve kabul edilebilecek bir söz müdür? Yoksa tam tersi mi doğrudur? Yani bu üç meselede işin aslında “çok geç kalınmıştır ve artık kaybedecek zaman yoktur!” mu denilmelidir?

Şu önemli tespite de başta yer vermiş olalım: Artık toplumda insan inşasının devlet eliyle yapılmasına büyük ihtiyaç ve hatta zaruret vardır. Çünkü zamanımızda gelinen noktada manevî tahribat çok yaygın ve geniş bir alanda ve çok hızlı gerçekleşiyor. Bireysel veya kurumsal çabalar (dernek ve vakıflar vs.) bu işe yetmez ve yetemez. Daha fazla geç kalınmadan devletimizin eğitimde gerekli değişimleri yapması gerekiyor. Bu arada “toplumun sekülerleşmesi”nin ve maneviyattan hızla uzaklaşmasının bizce en kuvvetli sebebi, 30 sene önce başlayan ve giderek inanılmaz bir hızla yaygınlaşan ve hayatın her alanını istila eden özel televizyonlar, internet ve cep telefonlarıdır.

“Kur’an medeniyetinin ve toplumun yeniden inşa edilmesi ve Risale-i Nur’un okutulması ve okullarda resmi olarak ders verilmesi” manasını tam karşılayacak bir eğitim programının hayata geçirilmesi, yani delile dayalı iman eğitiminin devlet eliyle verilmesi konusunun erken değil, tam tersine çok ama çok geç kalınmış bir mesele olduğuna inancım şüphesiz ve kesindir. Hatta bu memleketin başına ard arda gelen maddi ve manevi musibetlerin tamamı (Ayasofya’nın ibadete açılması ve Risale-i Nur’un devlet eliyle basılmasına rağmen) bu en temel, en öncelikli, en önemli ve en kritik meseledeki büyük ve yaygın ilgisizlik ve ağır ihmalden kaynaklanıyor diye inanıyorum.

Bunu somut olarak herkese karşı değil ama herhangi bir Risale-i Nur talebesine mantıken ispat edebilirim ve dava edebilirim. O kadar eminim bu inancımdan. Zaten Üstad Bediüzzaman’ın hayatı ve teşebbüsleri, bunun aksi yönündeki iddia ve görüşleri tamamen yalanlıyor ve kesin olarak ve şiddetle reddediyor! Gerek böyle bir teşebbüs için erken olduğu ve gerekse ders kitaplarının dönüştürülmesi işinin önceye alınmasının ters bir iş olduğunu tam gösteriyor. Buna açık delil, 1920’lerde birinci meclise ve M. Kemal’e karşı Medresetüzzehra’yı ve 1950-60’larda Menderes’e ve hatta Chp’ye karşı Üstad Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’un okullarda okutulmasını dava ve talep etmesidir ve bu yönde çok ikna edici gerekçeler sunmasıdır. Hatta ilk meclise kabul ettirmesi ve onları ikna etmeye muvaffak olmasıdır.

Bu konuda M. Kemal’in bulunduğu ilk meclisten 163 vekili ikna etmiş ve teklifini onaylatmış Bediüzzaman’ın üstadı olduğunu iddia eden biri, bundan 100 sene sonra “Erdoğan’ı ikna edemeyiz. Erdoğan ve meclis kabul etmez!” diyorsa, onun sözüne nur talebesi diye sayıp itibar edilir mi?! Bu ne saçmalıktır ve nasıl bir davadan vazgeçiştir böyle! Kimse kusura bakmasın! Hatırlar kırılsın! Hakkın hatırı ali kalsın!

Zaten vazifemiz hizmettir. Teklif, teşebbüs ve gayret göstermektir. “Olmayacak, kabul etmezler, okumazlar, anlamazlar, ön yargılılar!” diye vazgeçmek uygun değildir! İhlas Risalesi’ni okuyanlar el kaldırsın! (Böyle diyene sorun bir bakalım, bu konuda ne çalışma yapıp, kaç sefer teklif etmiş ve reddedilmiş! Bir kere bile denememiş olanlar, birilerinin teşebbüs etmesine de mani olmaya çalışıyor! Allah’tan korkup, kuldan utanmak lazımdır. Gerekirse her sene, kabul edilene kadar teklif edilir. Maksad, manevi mesuliyet üstümüzden kalksın ve ahiretteki sorguda cevap vermeye yüzümüz olsun! “Onlar kabul etmez diye teşebbüs etmedim!” sözünü Allah’a karşı söylemeye cesaret edebilecek varsa buyursun! Biz o kadar cesur değiliz!) Hem bizler, “Az sonra kıyametin kopacağını bilsen bile, elindeki fidanı yine de toprağa dik!” diye emretmiş bir peygamberin ümmetiyiz ve ona tabi olmaya mecbur ve mükellefiz!

Diğer konu ise, dikkat ederseniz Üstad Bediüzzaman ders kitaplarının Medresetüzzehra eğitim yaklaşımına göre dönüştürülmesini değil, doğrudan Risale-i Nur’un okullarda okutulmasını talep etmiş. Burada bir mana ve sır var. Ama gayet açık bu mesaj anlamak isteyene. Yani: O ders kitaplarının da değişmesinin altyapısını Risale-i Nur hakikatlerinin okutulması temin edecektir ve herkese kıyamete kadar lazım olacak, temel ve vazgeçilmez ve öncelikli olan Risale-i Nur’un ders verilmesidir. “Risale-i Nur’un ders verilmesi ve okutulması” manası da, (detaylarını aynı isimli yazımızda tespit ettik) harici bir eğitim kitabıyla ve eğitim programıyla mümkün olur. Zaten tüm çaba ve gayretimiz de bundan ibarettir.

“Risale-i Nur Nasıl Ders Kitabı Olarak Okutulabilir?” isimli yazımız:

https://risaleinuregitimprogrami.wordpress.com/2016/12/23/risale-i-nur-nasil-ders-kitabi-olarak-okutulabilir/

Ortaya Koymuş Olduğumuz Yaklaşım, Üç Temel Noktada İfadesini Buluyor:

1- Çok sayıda ders kitabının mana-yı harfi ekseninde dönüştürülmesinin gerekli fakat zor ve zaman alıcı olması ve ayrıca imanî hakikatlerin tüm detaylarıyla anlatılmasının ancak müstakil bir ders programıyla mümkün olacağı gerekçesiyle; istenen maksadı karşılayacak, kolay ve ulaşılabilir bir hedef olarak, isteğe bağlı olarak katılım sağlanacak bir Risale-i Nur Eğitim Programı’nın üzerinde durulması gerektiğini vurguluyoruz.

2- Risale-i Nur’un ders kitabı olarak okutulması manasının ancak haricî bir eğitim kitabı ile gerçekleştirilebileceğini gerekçeleriyle ifade ediyoruz.

3- Risale-i Nur’un topluma takdimi ve eğitim müfredatına entegrasyonunda yapılması gerekenin, Risale-i Nur’un içindeki Kur’ânî hakikatlerin akademik ve anlaşılır bir üslupla, mantık kurgusu sağlam bir metinle ve modern bir şekilde sunularak yeniden takdim edilmesi olduğu vurgulanarak; insanımıza bu detaylı ve derinlikli hakikatleri hakkıyla verebilmek ve imanların tahkikî yapılarak kurtuluşuna vesile olabilmek için muhakkak gayet açık ve şeffaf bir yol izlenmesi gerektiği ifade ediliyor. (En büyük hile, hilesizliktir! Biz böyle inanıyoruz!)

Bu Üç Temel Noktanın Tüm Detaylarıyla Çözümlemesinin Yapıldığı Kaynak Yazılar:

(Aşağıda linki verilen yazıları önceden okuduysanız atlayabilirsiniz. Hepsinin bir arada olmasının faydalı olacağını düşünerek buraya da aldık.)

1- Eğitimde Müspet Dönüşümün Başlatılması İçin Yöntem Tespiti ve Bir Acil Durum Planı

https://risaleinuregitimprogrami.wordpress.com/2018/11/19/egitimde-muspet-donusumun-baslatilmasi-icin-yontem-tespiti-ve-bir-acil-durum-plani/

2- Risale-i Nur’un Topluma Takdimi ve Eğitim Müfredatına Entegrasyonunda Yöntem Tahlilleri

(Risale-i Nur’un topluma takdimi ve eğitim müfredatına entegrasyonunda bazı yöntemleri ve bu konuda sahip olunan yanlış düşünceleri, tuhaf çekinceleri, garip tereddütleri, hatta kabul edilmez korkuları vs. tahlil ediyoruz.)

https://risaleinuregitimprogrami.wordpress.com/2017/02/01/risale-i-nurun-topluma-takdimi-ve-egitim-mufredatina-entegrasyonunda-yontem-tahlilleri/

(Yukarıdaki 3 temel noktanın birinci noktası hakkında bazı güncel tespit ve tahlillerimiz aşağıda)

3- Ders Kitaplarının Dönüştürülmesi Hakkında Temel Yaklaşım Tarzımız ve Mantığımız

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/pfbid041JJDGWWNQtGgPRpfHJ8mSeGwrC5ad3gUVxdF4cTxTndew5e8muyEbnova7NU2k8l

4- “Mahallenin Delisi Bir Ben Miyim?! Taşıma Suyla Değirmen Dönmez!”

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/pfbid02zL1VDn5EZQdGvaSRukKoAvbLAv7va8wqG5EQGNYP8kNw7RDJVyAtFgStz7h1qTLdl

(Aşağıdaki iki yazı, “İman Eğitiminde Ders Kitapları Eleştirisi ve Alternatif Bir Model” olan inceleme dosyamızın baş kısımlarına koyduğumuz bölümlerdir. Bu iki yazı altlarındaki tek adreste sunulmuştur.)

5- “Pratik ve Beklemeden Hayata Geçirilebilir Bir Uygulama Planı”

6- “Eğitim Müfredatındaki Eksiklik ve Yetersizlik, Açık Yüreklilikle ve Dürüstlükle Kabul Edilmelidir. Zararın Neresinden Dönülse Kârdır.”

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/pfbid02HBsptTEJmtFpuhtZH5VwREt5aTofSeJUpCNe2cme32arNASVwkW2HTioMbiv5vTdl

Bu yazı içeriklerinde ifade edilen hakikatler ile yetkili makamlara başvurulduğunda (sanılanın aksine) en çabuk, hızlı, kolay ve etkili şekilde sonuç ve yol alınacağına inanıyorum. Bu konuda stratejik açıdan farklı düşünen ve farklı hareket etmeye mecbur olduklarını ifade edenlerin düşüncelerinin, haksız ve hata olduğunu; yukarıda aktardığımız kaynak yazılarımız, tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.

Risale-i Nur ve iman davasında samimi olan lütfen okusun ve görsün! Herkesin kendi bildiği kendine yetmez! Ve ezberini tekrar etmek, kişiye bir şey kazandırmaz. Bu nedenle okumaya tenezzül edip zaman ayırmanızı arzu ve tavsiye ediyoruz. Oyalanıp, milleti de oyalamanın manevi mesuliyeti ağırdır. Bunun altından kalkılmaz.

Önemli Not: Çok defa dediğimiz gibi bu kitap dönüştürme işi faydasızdır ve yapılmasın demiyoruz. Ama bu iş bunlarla olacakmış gibi tüm himmeti, gayreti buna sarf etmek hatadır. İki koldan çalışmak daha uygun olur. Fakat esas işe yarayacak ve gerçek manada fayda verecek ve maksada ulaştıracak ve kıyamete kadar ihtiyaç olacak olan, bağımsız bir derste, iman hakikatlerinin tüm detaylarıyla ve sağlam bir mantikî kurguyla talim edilmesidir. Ve bunun gerçekleştirilmesi sanıldığının aksine çok daha kolaydır ve etkilidir.

Bu tespit ve iddiaya inanmıyorsanız, 8-9 senedir her fırsatta ve her yerde dile getirdiğimiz çarpıcı tespitleri ve çözümlemeleri, Allah aşkına bir kere olsun okuyun! Belki benim gibi kıymetsiz bir adamın elinde, kıymetli bir hakikatin bulunabileceğini hesap edin ve manen mesul olmaktan çekinin. Sizler akıllı insanlarsınız. Tüm sevabı bana bırakmayın! Bu kadar kıymetsiz bir insan, elinde kıymetsiz bir şey olsa, bu kadar uzun süre, böyle büyük bir gayretle, masrafla, bu kadar emek ederek, bıkmadan, usanmadan uğraşıp durmaz! Bunu ön görün artık! 40 yaşına kadar hiçbir yerde tek bir makale ve kitap yazmamış ve tek bir seminer vermemiş bir adamın birden böyle işlere girişmesi, size bir anlam ifade etmeli! Demek Allah’ın ihsanıyla, inayetiyle kıymetli bir gömü bulmuş olmalı! Sizinle paylaşmak istiyor! Daha ne istiyorsunuz!

Yukarıdaki kaynak yazılar, iman eğitiminin nasıl ve ne yöntemle yapılması gerektiğini ve bu işe teşebbüs edilmesi için “henüz erken” olmadığını, tam tersine çok geç kalındığını akli, mantıki gerekçelerle çözümlüyor. Buraya konu hakkındaki güncel ve çarpıcı tespit ve sorularımızı alıyoruz. Bunlardan bir tanesi: 100 senedir bu iman hizmeti yapılıyor ve dünyanın 100 sene ömrü var diye biliyoruz. Allah daha iyi bilir tabi. Fakat madem bu bilgiye sahibiz. O bilgi bize şunu göstermeli ve sordurmalı:

“Yahu bu işler ne zaman olacak? Hangi zaman aralığında olacak? Bir altın nesil yetişmeli değil mi bunun için? Hem galebe devri 40 sene devam edecek. Sonra tekrar bozulacak?! O galebe ve fütuhat devri, altın çağ birden mi gelecek ve başlayacak?! Hani nerede o altın nesil? Nerede bilim felsefemiz ve Kuran medeniyetinin manevi altyapısı? Bu insan ve medeniyet inşa etme işi olmadan o devrin başlayamayacağını hesap edersek ve bu işin de uzunca bir zaman alacağını öngörürsek, Üstad Bediüzzaman’ın verdiği bazı ebced hesabı tarihlerini de göz önüne alsak, birçok meseleyi ve özellikle bu meseleyi geriden takip ettiğimizi ve çoktan başlamış ve sonuç alıyor olmamız gerektiğini (çok rahat bir şekilde) söylemek için sizce kâhin olmaya gerek var mı? Risale-i Nur’u ve Üstad Bediüzzaman’ın müjde ve ihbarlarını ve bir toplumun değişiminin uzun zaman aldığını bilmekle bu çıkarımlar yapılamaz mı?”

Yukarıdaki kritik önem arz eden sorulara cevabım ve bu yöndeki inancım şudur: Bu meselede çok geç kaldık. Ve memleketimize ard arda gelen tüm maddi ve manevi musibetlerin temel sebebi de budur. Hatta biliyorsunuz, Risale-i Nur eserlerinin basılması ve Ayasofya’nın ibadete açılmasının, çok ciddi anlamda bela def etme ve sadaka hükmüne geçme fonksiyonu olduğundan haberdarız. Sormak gerekmiyor mu, bu iki büyük hizmet neden bu musibetlerin bir tekine bile mani olamadı? Demek bunların bile mani olamadığı, maneviyat canibinde ve Allah katında çok büyük ve af kabul etmez mahiyette bir kabahat var ve devam ediyor. Bu çıkarımı yapmak mantıklı değil mi sizce de? İşte o büyük kabahat:

Önce şu temel bilgiyi hatırlatalım ki, bazıları yazımızda ortaya koyduğumuz gayet makul ve hakikatli tespit ve iddiaları olmayacak yerlere çekip su-i istimal etmesin! Şöyle ki: Bu kâinatın ve insanın yaratılış hikmeti ve temel gayesi, kâinat yaratıcısını tanımak ve tanıttırmaktır. Nasıl ki, “Risale-i Nur’un okutulması” demek, sadece “Bediüzzaman isimli bir din aliminin yazdığı kitabın okutulması” demek değildir ve şahsi bir dava olarak değerlendirilemez. (Herhalde bu hakikati en iyi bilenler ve bilmesi gerekenler, Risale-i Nur talebeleridir.) İşin hakikatinde, “Kur’an ve iman hakikatlerini ders veren” Risale-i Nur’un okutulması ve ders verilmesi, “Said Nursi’nin kitabını okutmak” değil, insanlığın yaratılış hikmetinin gerçekleşmesi manasına hizmet etmektir.

Aynen (ve hiçbir farkı olmayan bir şekilde!) görünürde bizim elimizden çıkan ve Ediz Sözüer isimli şahsın (yani sizlerden herhangi bir farkı, ayrıcalığı olmayan ve liyakatı da bulunmayan bu kardeşinizin) ortaya koyduğu “Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı”nın okutulması da, “bu şahsın yazdığı bir kitabın okutulması” değil, mana ve hakikat itibariyle, “Risale-i Nur hakikatlerinin ve Kur’an ve iman hakikatlerinin okutulması ve ders verilmesi” demektir. Çünkü tam olarak aynı mana ve hakikate hizmet etmektedir. (Hatta zaten eğitim kitabının dörtte birinden fazlası, Risale-i Nur’un orijinal metnidir.)

Dolayısıyla iman hakikatlerinin insanlık için kritik önemi noktasında söylenilen sözler, bu tarz eserler hakkında (dolaylı olarak, o hakikatleri ders verdikleri ve onları temsil ettikleri ve hizmetinde çalıştıkları için) söylendiğinde, o sözler o eserlerin şahıslarıyla ilişkilendirilmemelidir. Bunu şunun için söylüyoruz: Üstad Bediüzzaman insanlığın yaratılış hikmetinin yaratıcıyı tanımak ve tanıttırmak olduğunu ve dolayısıyla insanlık tevhid hakikatiyle ilgilenmezse yaratılış hikmetini ve varoluş sebebini kaybedeceğini vurguluyor ve bu nedenle de erken bir kıyametin gelebileceği noktasında ciddi ikazlarda bulunuyor. Şimdi içinde bulunduğumuz zamanda (Kur’an ve tevhid hakikatlerini ders verdiği için) denilebilir ki: “İnsanlık Risale-i Nur içindeki tevhid hakikatiyle ilgilendiği ölçüde, böyle bir erken kıyamet felaketinden uzak kalması ve vaad edilen altın çağın gerçekleşmesi mümkündür.” Tabi bu manayı sadece Risale-i Nur eserleriyle sınırlamak doğru olmaz. Kur’an’ın tevhid hakikatine hizmet eden tüm hakikatli tefsirler de dereceleri nispetinde bu manaya dahil sayılırlar. Aynı sözlerin Risale-i Nur’u ders veren ve aynı mana ve hakikate hizmet eden kitap ve eğitim programları için de söylenmesi mümkündür. Böyle sözler hakikat noktasında abartı da olmaz. Kişilerle ilişkilendirilmesi de hem yakışık almaz, hem de bir hakikatin ifadesi olamaz. (Neticede dolaylı anlamda ve anılan maksatla söylenmektedir.)

Yani Şunu Demek İstiyoruz: Birilerinin “Ediz Sözüer” denilen şahsın elinden çıkan esere ve eğitim programına önem vermemeleri ve ilgilenmemeleri başkadır; o şahsın kendisine kıymet vermemeleri ve onunla ilgilenmemeleri başkadır.

Eğer o şahsın elinden çıkan eserler, Risale-i Nur’un hizmet ettiği mana ve hakikate tam uygunsa ve tam aynı paralelde hizmet eden bir içeriğe ve üsluba ve metodolojiye sahipse (hatta buna ilaveten, o talim metodunu modern çağın tekniklerine ve gereklerine göre uyarlamış, geliştirmiş ve pek çok yerinde daha ileriye taşımış ve “Medresetüzzehra Eğitim Yaklaşımı”nın bilim felsefesini oluşturmaya ve yaratıcının varlığını kabul eden bir eğitim yaklaşımının bilim dünyasına ve insanlığa takdim edilmesinde ciddî katkılar sunan çözümlemeler ve fikrî altyapı niteliğinde incelemeler ortaya koymuşsa) onunla ilgilenmemek, Risale-i Nur’un hakikatleriyle ilgilenmemek ve Risale-i Nur’un dava ve hedefine karşı lakayd kalmak hükmündedir.

Nasıl ki “Risale-i Nur’a karşı kayıtsız kalmak”, “Said Nursi’nin şahsıyla ilgilenmemek” demek değildir. “İman ve Kuran hakikatine karşı kayıtsız kalmak” demektir. Çünkü o hizmet, onun şahsıyla bağlı değildir.

Eğer bir kişi (kim olduğu hiç önemli değil) Risale-i Nur’un temel maksadı olan “İmanı tahkiki seviyeye çıkararak kuvvetlendirmek ve kurtarmak” maksadını tam karşılayacak bir eğitim programı ortaya koymuşsa ve ortada ona daha iyi bir alternatif olacak bir çalışma görünmediği halde, ona karşı ilgisiz kalınmış ve sahipsiz ve desteksiz bırakılmışsa, (sonra da utanılmadan bu hizmeti neden tek başına yaptığı sorulmuşsa veya tek başına iş yapıyor diye etrafta lanse edilmişse! Allah’a ve Kur’an’ın hizmetine havale!) elbette o ilgisizlik, o programı ortaya koyan şahsa karşı bir lakaytlıktan ve ilgisizlikten çok başka bir meseledir ve o şahıs, ne kadar sıradan bir şahıs olsa dahi, “doğrudan Risale-i Nur’un okutulması manasına hizmet etmesi için” ortaya koyulan o çalışmayla ilgilenilmemesi, Risale-i Nur ve Kur’an hizmeti namına elbette bir mana ifade eder. 

Yani meselenin en genelinde, insanlığın yaratılış hikmeti olan tevhid hakikatiyle ilgilenmemesi ve kayıtsız kalınması, biraz daha özelinde tevhid hakikatini ders veren Kuran’a karşı lakayd kalınması, daha biraz özel manada ve bulunduğumuz çağda; Kuran, iman ve tevhid hakikatlerini en tesirli şekilde ders veren Risale-i Nur’a karşı uzak durulması ve meselenin en özelinde ise, “Risale-i Nur’un okutulması ve ders verilmesi manasını en kapsamlı, en etkili, en anlaşılır, en modern ve en kısa sürede sonuç verecek bir tarzda mükemmel karşılayan ve Risale-i Nur’un temel maksadını tam yerine getirecek kabiliyete sahip bulunan, alanında ilk ve tek görsel destekli ve akademik nitelikli, dünyanın 65 ülkesinde ve Türkçe ve İngilizce olarak iki dilde yayın yapan ve metin, görsel/interaktif, Türkçe ve İngilizce olarak dört ayrı kitap formatında ve serbest katılımlı olarak eğitim veren Keşif Yolculukları Eğitim Programı”nın, Risale-i Nur’un ve bu eğitim programının esas sahipleri olan nur talebelerince sahiplenilmemesi, nur camiasının bu çalışmayla ciddi anlamda ilgilenmemesi, hayata geçirilmesi ve tatbik edilmesi için çaba sarf edilmemesi ve maddi-manevi destekten mahrum edilmesi vardır. O kabahatin izahı budur. Kanaate itiraz edilmez. Her birimize Allah yapıp ettiğimizi ve kimin istikamet üzere olduğunu elbette bildirecektir. Önemli olan hakikati ve istikameti bu dünyada görebilmektir. Allah hepimize nasip etsin. Kalplere insaf ve hakperestlik versin inşallah. Temennimiz ve tek derdimiz budur. Kalpler onun elinde. İrade, akıl, basiret, vicdan ve insaf sizlerde. Bizim elimizde bir şey yok.

Şimdi bir iddiamız vardı. İnandığımız bu meseleyi yani “devlet eliyle delile dayalı iman eğitiminin verilmesi yani Risale-i Nur’un okutulması ve ders verilmesi manasını karşılayacak bir eğitim programının hayata geçirilmesi için ‘henüz erken olmadığını ve hatta çok geç kalındığını’ ve bu memlekete ard arda gelen maddi ve manevi musibetlere bu ağır ihtimalin sebep olduğunu”, somut delillerle herkese karşı değil ama Risale-i Nur’u ve istikbale yönelik gaybi ihbarları kabul eden birine ispatlayabileceğimi ve bu kanaat ve inancımı, iman ve İslamiyet hakikatleri noktasında çok makul ve kabul edilebilir bir zeminde gösterebileceğimi yazmıştım. Aşağıdaki çok önemli tahlilde bunu yapmaya çalıştım ve sözümü de tuttuğumu düşünüyorum.  Hususi olarak uygun gördüğünüz kişilere aktarabilirsiniz.

Hazinet-ül Kuran ve Maidet-ül Bürhan Tahlili

Ahmet Feyzi Kul merhumun Hazinet-ül Kuran ve Maidet-ül Bürhan eserindeki tarihlerin ve Üstadın Kastamonu lahikasında verilen 1506-1545 tarihlerinin tahliliyle, “Kur’an medeniyetinin ve toplumun yeniden inşa edilmesinde ve Risale-i Nur hakikatlerinin devlet eliyle talim edilmesi”nde geç kalınıp kalınmadığının ortaya koyulmasıdır.

Bu tahlilden sonra siz karar verin. Henüz erken mi, yoksa çok mu geç?

Not: Sayfa numaraları, İttihad Yayınları’nın yayınladığı kitaba göredir. Tahlili verilen tarihleri hicri kabul ederek yaptık. Zaten rumi de olsa, birkaç sene fark eder. O da kayda değer bir fark olmaz.

S.129 “1516 senesine kadar ilminin müessir olacağı…”

S.132 “1980-2030 hakiki medeniyete ulaşılacak tarihler…”

S.88 “İslamiyet’in 1456 (2034) tarihine kadar bütün cihana hâkim olacağı…”

Şu anda hicri 1444 senesindeyiz. Soruyoruz: İslam 12 sene içinde (hatta bir üst satırda verilen 2030 tarihine göre 7 sene sonra!) bütün cihana hâkim olacakmış gibi bir vaziyet var mı?! Olmadığına ve hadiseler adetullah kanunlarına ve imtihan sırrına uygun şekilde cereyan edeceğine göre (yani demek istiyoruz ki: ‘Allah takdir ederse onun kudretiyle olur bu iş demeye kalkmayın hiç!’) demek ki çok geç kalmışız ve çok zaman kaybetmişiz. Artık bunu görmemiz ve kabul etmemiz gerekmiyor mu?

S.89 “hidayet ve din-i hakkın 1517’ye kadar galibane, zahirane dünyamızda berkarar olacağı…”

Şu anda hicri 1444’teyiz. 1517 (2094)-40=2054 ve 2054-2023=31 Yani kaba bir tahminle (40 yıllık fütuhat devrinin sonunu 1517 kabul ederek hesap edersek) Kur’an’ın tüm dünyaya hâkim olacağı İslam’ın altın çağına sadece 31 sene kalmış! Kendimize soralım. Bu iş 31 senede olacakmış gibi görünüyor mu? Ve yine soralım: Şu anda henüz erken mi yoksa çok mu geç?!

S.92 “eltaf-ı ilahiyenin 1430 tarihine kadar devam edeceğini ve şaşaa-yı İslam’ın mertebe-i kemale ulaşacağını…”

Bu ifadelere göre 14 sene önce şaşaa-yı İslam’ın mertebe-i kemale ulaşması gerekiyordu. Acaba bizim mi haberimiz olmadı, yoksa biz mi çok geç kaldık, ne dersiniz?!!!

S.95 “2050 rakamı ki, Allahu alem hâkimiyet-i islamiyenin mertebe-i kemale ve had safhaya ulaştığı tarih olsa gerek…”

Bu tarihe 27 sene kalmış. Soralım bakalım. Acaba böyle bir neticenin 27 sene sonra gerçekleşmiş olması için şu anda nelerin yapılmış olması veya yapılıyor olması gerekir ki, 27 sene sonra böyle bir netice alınabilsin? 27 sene sonra böyle bir netice alınacak işler şu anda yapılıyor mu? Şu anda o meyveyi verecek nesil ve medeniyet inşasına çoktan başlamış olmamız gerekmez miydi? “Daha çok erken” denilirse, ne zaman gelecek bu işin zamanı diye sormak gerekmez mi? Hadi 10 sene daha ertelensin farz edelim. 10-15 senelik bir zaman diliminde, yeni bir nesil ve medeniyetin inşa edilip dünyaya hâkim ve hükümran olabileceğine kim inanır?

S.100 “….. 2010 tarihini teyit etmekte ve galibiyet-i islamiyenin en ileri merhalesine parmak basmaktadır.”

S.101 “1397 (1977 senesi) şan-ı Muhammediyenin ve galibiyet-i İslamiyenin en ileri merhaleye aksa-yı kemale ulaşacağı tarihidir…”

Yukarıdaki iki çıkarımın tahakkuk etmeden kaldığını ve üstünden çok yıllar geçtiğini söylemek herhalde fuzulidir ama belirtmiş olalım yine de.

S.105 “…… tenvinleri de ilave ettiğimizde 2020 – 2070 tarihleri elde edilir ki bunlar da inşallah Müslüman Avrupa’nın, Müslüman Amerika’nın ve Müslüman dünyanın tarihleri olsa gerektir.”

Şu andan itibaren 50 yıl içinde böyle büyük bir netice elde edebilmek için şu anda çoktan ciddi anlamda çalışmaya başlamış ve hatta meyvelerini alıyor olmamız gerekmez miydi, ne dersiniz? Benim kanaatim: 30-40 hatta 50 sene gayet makul sürelerdir bir nesil ve özellikle bir medeniyet inşası için. 100 senedir devam eden iman hizmetinin (devlet eliyle iman talimi yapılmadan) toplumu getirebildiği seviye ortada. Ona göre kıyas edin. Tamir ve inşa çok zaman alıyor. Bu noktada şunu gayet rahat söyleyebiliriz: Kesinlikle şu an erken değildir. Tam zamanıdır hatta geç kaldığımız bile söylenebilir. Yapılacak çok iş var çünkü.

Erken bir kıyametin kopmasını istemiyorsak ve insanlığın yaratılış hikmetinin insanlık türü çapında gerçekleşmesini istiyorsak kaybedecek hiç zamanımız yok!

(Normalde 100 senedir süren iman hizmetinin akışına, ahir zamandaki teknolojik gelişmelerin manevi tahribatı çok geniş bir alanda, çok hızlı olacak bir hale getirmesine bakacak olsak, bu iş için 100 sene daha gerekli olurdu. Hadi teknolojik gelişmelerin müspet gelişmeleri de hızlandırma avantajını ilave edelim ve 50 seneye indirelim. Allah’ın inayetini ve bu gelişmelerin daha da ivme kazanacağını da hesaba katalım ve gerekli zamanın daha da azalacağını farz edelim. Hadi 30 senede olabilsin bu iş! E önümüzde sadece 20-30 sene varsa, nasıl “daha erken!” denilebilir ve “şimdi tam zamanı! Kaybedecek hiç zaman yok!” denilmez ki! Veya tam sonuç vermeyecek işlere odaklanılır! Başka temel ve esas sonuç verecek, maksada ulaştıracak işlerle, hizmetlerle ilgilenilmez! El-insaf!)

Şimdi Ahmet Feyzi Kul merhumun Hazinet-ül Kuran ve Maidet-ül Bürhan eserlerindeki tarihlerle beraber, bir de Üstadın Kastamonu Lahikasındaki “Risale-i Nur taifesinin 1506 (2083) senesine kadar galibane, zahirane devamı ve 1542’ye kadar ise gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceği” ifadelerini göz önüne alalım.

Üstadın verdiği bu tarih yukarıda Ahmet Feyzi’nin S.89daki “hidayet ve din-i hakkin 1517’ye (2094) kadar galibane, zahirane dunyamizda berkarar olacağı…” ifadesindeki tarihe çok yakın. Demek bu tarihi 40 yıllık fütuhat devrinin bitimi olarak farz etsek, diyebiliriz ki Üstad bize Ahmet Feyzi kadar da zaman vermiyor ve artık zaman kalmadığı ve hatta devlet eliyle delile dayalı iman talimine çok geç kaldığımız açıkça ortaya çıkıyor.

Çünkü 2083ten 40 yıl çıksa 2043 olur.  20 sene kalmış fütuhat devrinin başlamasına! Yukarıda geçen S.95de “2050 rakamı ki, Allahu alem hâkimiyet-i islamiyenin mertebe-i kemale ve had safhaya ulaştığı tarih olsa gerek…” ifadelerine göre de 27 sene vardı. Yukarıda geçen tarihlerinden 1517 (2094) tarihini bile kabul etsek, fütuhat devrinin başlamasına 31 sene kalmış oluyor. Bence bu bile artık çok az zaman kaldığını, zaman kaybetme lüksümüzün asla olmadığını, hatta çok geç kalındığını açıkça gösteriyor.

İnceleme Sonucu: 20, 27 ve 31 olarak, yaklaşık 20-30 senemiz var önümüzde bir Kuran medeniyeti ve toplumu yeniden inşa etmek için! Ve hâlâ “daha erken, ortam müsait değil!” denilmeye devam ediliyorsa, bu çıkarımlardan ve açık hakikatlerden sonra, bu hata kabulün vahim derecede yanlış olduğu ve bizim bu meseledeki acele, telaş ve endişe etmekteki doğruluk ve isabetimiz ortaya çıkmıyor mu?

Esas itibariyle “zaten bu ebced hesapları tutmayabilir, yanlış çıkabilir, tehir olabilir vs.” gibi şeyler denilse bile, peygamberimizin “1500 seneyi pek geçmeyecek!” demesi, İslam evliyalarının keşif ve ihbarlarında öteden beri fütuhat devrinin, İslam’ın hâkim olacağı dönemin 40 yıl süreceğini söylemiş olmaları ve bu dönem biter bitmez insanlığın bozulmayacağını, bunun da bir 30-40 sene süreceğinin mantıken ön görülebilecek bir şey olması, bu konuda çıkarım yapmak için yeterlidir. Yani sadece bu bilgilere göre, zaten kıyamete taş çatlasa 100 sene kaldığı söylenebilir. 40 sene hâkimiyet dönemine ve bir 30-40 sene de insanlığın yeniden bozulup kıyametin kopmasına kadar geçecek zamanı hesap edebilen herkes, önümüzde bu altın çağın veya erken kıyametin gelmesini belirleyecek 20-30 sene kadar kritik bir zaman diliminin kaldığını hesap edebilir.

Önümüzdeki 20-30 senelik zaman diliminin erken bir kıyametle mi, yoksa İslam’ın altın çağı ile mi neticelenecek sorusunun cevabı, tam da şu anda yapılacak işlere bağlıdır. Yine iyi ki, Allah’ın nurunu tamamlayacağına ve dinini bütün dinlere üstün kılacağına dair vaadi ve Üstadın Hutbe-i Şamiye’deki insanlık türünün yaratılış hikmeti gerçekleşmeden kıyametin kopmasına ilahî hikmetin izin vermeyeceği yönündeki mantıkî çıkarımı var. Yoksa bu gidişatla sebepler dairesinde, erken bir kıyamet zarurî görünecekti.

Bir de teknolojik gelişmelerle kısa zamanda toplumsal dönüşümlerin mümkün hale gelmesi önemli bir avantaj. Bu işin böyle bir avantaj sebebiyle kısa zamanda gerçekleşeceği söylenebilir. (Üstad Bediüzzaman’ın da bu yönde çok çarpıcı tespitleri mevcut.)

Ama bu önemli avantaja rağmen yine de, bir neslin gidip diğerinin yerini alması ve dünyaya maddeten ve manen hâkim ve hükümran olacak bir Kur’an medeniyeti inşa edilmesi açısından (özellikle bu medeniyetin temel taşı olacak bilim felsefesi gibi manevi altyapılarını oluşturmak açısından) uzun yıllara ihtiyaç olması kaçınılmaz görünüyor.

Yazımızı “Eğitimde Gerekli Olan Müspet Dönüşümün Nasıl Hayata Geçirilebileceği Hakkında” olan ve “Pratik ve Beklemeden Hayata Geçirilebilir Bir Uygulama Planı” isimli yazımızın sonuç bölümünden alınan bir parçayla bitirmeyi uygun gördük. Sonuç alınacak istikametli yol haritası, bu üç paragrafta özetlenmiş.

“Hangisi daha gerçekçidir acaba diye soruyoruz. Mevcut müfredat paralelinde çok sayıda kitabı uzun zamanda, çok zahmetle ve fakat az faydayla ve esas maksada ulaştırmayacak düşük bir verim ile ortaya çıkarmaya çalışmak mı? Veya müfredat ve mevzuat engelleriyle ve toplumsal tepkilerle mücadele etmek gibi daha da zorlu bir yolu tercih etmek mi? (ki bu engeller aşılsa bile başka bir dersin kitabında iman hakikatlerine sınırlı yer ayrılabilir, bu da imanı tahkike çıkartmaya yetmez, bu yol burada yine tıkanıyor.)

Yoksa bu faydası az, gerçekleştirilmesi çok daha zor ve zaman alıcı yollar yerine, esas maksadı tam karşılayacak kabiliyette bir çalışmayı nokta hedef olarak belirleyip, önceliği buna vererek, herhangi bir mevzuat ve müfredat değişikliği şartına da bağlı olmadan, tercihe bağlı olarak okutulacak bir eğitim programı olarak kabul ettirmeye çalışmak mı daha gerçekçidir? Hangisi daha etkili ve çabuk ulaşılabilir bir alternatif olarak görünüyor?”

Evet, gerçekten de toplumdaki bu büyük ve artık ertelenme ve gecikme lüksü bulunmayan zorunlu ihtiyaç (yani iman hakikatlerinin detaylı bir içerikle, sağlam bir mantık kurgusuyla, delile ve araştırmaya dayalı, tahkikî olarak ders verilmesi ihtiyacı) en çabuk, en kolay ve en etkili ve sonuç verecek bir şekilde bağımsız bir eğitim programı ile karşılanabilir.”

Allah, insanlığı İslam’ın altın çağına ulaştırsın ve erken bir kıyametten hepimizi muhafaza etsin ve en başta bu dinin sahipleri olan bizleri gafletten kurtarıp, gerçek anlamda sonuç verecek, maksada ulaştıracak ve İslam’ın ve insaniyetin dünyevi refahını temin edecek ve ebedi istikbalini kurtaracak hakiki iman hizmetlerinde çalıştırsın. O öncelikli ve temel hizmete sahip çıkma ve destek verme şuurunu ve diğer tüm İslami ve imani hizmetlerin ona nispeten yan hizmetler olduğunu idrak etmeyi ve tüm İslami ve imani hizmetlerin birbirini tamamladığını, birbirine rakip olmadığını, birbirine revaç ve kuvvet vereceğinin farkına varmayı ve o farkındalıkla çalışmayı tüm kardeşlerimize ve nur talebelerine nasip etsin. Risale-i Nur’un temel maksadını gerçekleştirebilecek kabiliyete sahip ve “iman hakikatlerini tüm detaylarıyla ve sağlam bir mantık kurgusu ile anlatmak” olan tek ve vazgeçilmez ve taviz verilmez, kıyamete kadar devam edecek Kur’ani hizmet tarzından taviz verdirmesin. Âmin.

Yazar: Ediz Sözüer

Ediz SÖZÜER 1974, Ankara doğumludur. Gelir İdaresi’nde Gelir Uzmanı olarak görev yapmaktadır. “Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur Eğitim Programı”, yazarın ilk etapta internet ortamında ücretsiz olarak yayınlanarak daha sonra basılmış ve tüm çalışmalarının üzerine bina edildiği temel ve kaynak kitap çalışmasıdır. Deneme mahiyetinde kaleme aldığı Risale-i Nur izah metinleri ve Risalehaber sitesinde makale yazmakla başlayan yolculuğu, Risale Akademi’de sunulmaya başlanan görsel destekli ve akademik temelli “Tabiat Risalesi Açılımları Seminerleri”yle devam etti. Manevî bir ilim hazinesi olan Risale-i Nur eserleri içindeki Kur’ânî hakikatlerin insanlığa mal edilmesinde ve toplum olarak muhtaç olduğumuz zihinsel dönüşümün gerçekleşmesinde önemli bir katkıda bulunma kabiliyetinin bulunduğuna inandığı kitap çalışmasını, hep bir proje kıymetinde gördü. Tamamlanan kitap çalışmasını daha geniş kitlelere ulaştırmak için, bu çalışmanın üzerine bina edilerek hazırlanmış ve “görsel bir kitap” mahiyetindeki “Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı”nı iki haftada bir sürekli bir program olarak vermeye başladı. Ayrıca zaman zaman akademik eğitim faaliyetlerinde de “Medresetüzzehra Eğitim Yaklaşımı” ve “Risale-i Nur İzah Çalışmaları” hakkında sunumlar gerçekleştirdi. 2018 yılında ise Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı'nın temel/kaynak kitap çalışması, din araştırma dalında "Altın Kalem Yazarlık Ödülü"ne layık görüldü. Kitap çalışması ve eğitim programının yazılı ve görsel tüm içerikleri, notere onaylatılmış muvafakatname ile her türlü serbest kullanım, basım ve yayım hakkı tanınmasıyla; başta Risale-i Nur’a, Kur’ân’a ve İslam’a gönül vermiş herkese ve tüm insanlığa mal edilmiştir. (Muvafakatnameye ana sayfadaki "Telif Hakkı Bildirisi" isimli menüden ulaşabilirsiniz) Bu çalışmalardan haberi olanlardan ciddiyetle istediği ve Risale-i Nur’a gönül vermiş insanlara samimiyetle ifade ettiği şudur: “Kıymetsiz ve önemsiz şahsıma değil, bu çalışmalar vesilesiyle Allah’ın bir nimeti olarak harika bir şekilde ortaya çıkan hakikatlere önem veriniz ve onlara sahip çıkınız. Sizden tek istediğim budur.”

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.