M.KEMAL VE İSLAM’A ZARAR VEREN İNKILAP VE İCRAATLARI HAKKINDA
Fikrî ve ilmî kanaat düzeyinde ve hiç kimsenin itiraz edemeyecegi bir mantık kurgusuyla ve düzgün bir üslupla İslam dinine ve Kur’an’a çok ciddî zarar veren icraatların ne derece çirkin, gereksiz ve millete karşı yapılan bir hainlik manasına gelen yanlış uygulamalar olduğunun gösterilerek hakikatlerin ifade edilmesidir:
“İnkılablar adı altında yapılan icraatlar ve mahiyetleri ortadadır. Bu icraatların İslam dininin hükümlerine uygun olup olmadığı, imanın gereklerine ters düşüp düşmediği ve dolayısıyla bu uygulamaların dine zarar verip vermediği yönünden incelenmesi ve ele alınması doğru bir yaklaşım olacaktır.
Zaten İslamî hassasiyete sahip insanlar, bu tür icraatlara baktıklarında dinen tasvip edemeyecekleri noktaları –eğer varsa- göreceklerdir ve görmelidirler.
Aslında burada sorun, yapılan uygulamaları doğru ve güzel işler olarak görülmesidir! Evet, esas mesele bu icraatlerin ne derece çirkin, gereksiz ve millete karşı yapılan bir hainlik manasına gelen yanlış uygulamalar olduğunu göstermektedir. Gerisi çok da önemli değildir.
Şimdi bakalım aşağıda sıralanan ve ders kitaplarında hâlen iftiharla bahsedilen ve gururla anlatılan bu inkılaplar ne kadar güzel ve gerekli işlermiş? Fakat “ben zaten bu yapılanları hiç umursamıyorum, derdim de değil” diyorsanız zaten size söylenecek hiç bir şey yok… Sıralayacağımız icraatlerin tamamı asla inkâr edilemeyecek gerçek vakıalar olup, mesele sadece bu uygulamaları nasıl algıladığınızdadır. İşte buyrun. Bunları bir de bizden dinleyin:
1000 yıllık kültür ve medeniyet birikimimizi ifade eden Kur’ân hattının kaldırılması ve yasaklanması, Kur’ân öğreniminin, din eğitiminin ve dinî mahiyette kitap basımının yasaklanması, dinen küfür âlameti olarak görülen ve takılmasının caiz olmadığına tüm İslam âlimlerinin hükmettikleri ve takılmasında hiçbir fayda bulunmayan şapkanın müslüman halka zorla ve cezaî müeyyide getirilerek toplumun tüm kesimlerinde mecbur kılınması, İslamî kıyafetin özellikle kamu kurumlarında kesin olarak yasaklanması, İslam âlemini birarada tutan manevî bir bağ olan hilafetin kaldırılması, ezanın aslî halinin okunmasının yasaklanarak, Türkçe şekliyle okunmasının mecbur hale getirilmesi ve Arapça okuyanların şiddetle cezalandırılması, 1400 yıllık İslam hukuku birikiminin tamamen terk edilerek batı hukukunun toplumsal, dinî ve kültürel farklılıklarımız hesaba katılmadan aynen kopyalanarak alınması, medrese, tekke ve zaviyelerin zamanın gerisinde kalmış veya kötüye kullanılmış yönleri varsa, bunların tespit edilerek ıslah edilmeleri yerine toptan kaldırılmaları ve açılmalarının yasaklanması gibi uygulamaların, İslamî hassasiyete sahip ciddî dindar olanlarca kabul ve tasvib edilmemesi, fikren red edilmesi fikir ve vicdan hürriyetinin tabiî bir neticesidir, en temel insan hakkıdır.
Bu icraatlerin halen resmî olarak savunulması ve sahiplenilmesi ve her vatandaşımıza çok güzel, gerekli, doğru uygulamalar olarak takdim ve telkin edilmesi, bu icraatlerin “gerçekliklerinde şüphe bırakmayan ve inkâr edilemez yaşanmış olaylar” olduğunu kesinlikle onaylıyor ve işte tam da bu durum, ifade ettiklerimizin (hatta başka hiçbir delile ihtiyaç bırakmayacak kadar) kuvvetli bir delili haline getiriyor.
Diğer taraftan bir insan, bu türden icraatların hiçbirinde bir terslik hissetmiyor ve rahatsızlık duymuyorsa, böyle düşünen ve hisseden bir insan için zaten ortaya koyulacak ve üzerine konuşulacak bir mesele yoktur.”
“BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ VE RİSALE-İ NUR” isimli kitabımızdan alıntıdır.
Bu noktada size, ciddiyetle okumanızı tavsiye ettiğimiz çok önemli bir küçük kitap çalışmasını kaynak olarak vereceğiz. Âlem-i İslâm’ın Üstadı ve manevî rehberi Bediüzzaman Said Nursi’nin siyasete ve hükümet icraatlerine temas eden fikirlerinin ve M. Kemal hakkındaki kanaatlerinin çok farklı bir yaklaşımla ve entellektüel bir bakış açısıyla ele alındığı ve ahirzaman insanı olan bizleri, varlığından ve gerçek mahiyetlerinden haberdar olmamız gereken en önemli şahsiyetlerle tanıştıran ve zengin içeriğiyle hacminden çok daha fazlasını sunan bu çalışmaya aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz: (Türkçe, İngilizce, metin ve görsel/interaktif versiyonları ve seminer videoları mevcuttur.)
Ayrıca bu meselede ortaya koyulması gereken çok önemli iki özel durum vardır: (Gerçi biz şahsını değil, icraatları değerlendirdik. Yine de bilinmesi gerekli noktalardır.)
1- Açıkça dine zararlı işleri yapan ve günah işleyenin ve bununla da iftihar edenin bu yönlerini dile getirmek, arkadan konuşmak yani gıybet olmaz.İnsanların o zarardan korunmaları niyeti esas olmalı elbette. Ayrıca yapılan icraatlar ortadadır. Bunların din ve imanın gereklerine ne derece ters olduklarını görememek ve farkında olamamak esas problemdir!
2- Eğer bir kişi hakkında hadiste haber verilen, zararından korunmamız için ikaz edildiğimiz dine, Kuran’a zararlı birinin o olduğu hakkında bir iddia veya tespit varsa, bu önemli bir mesele olduğu için elbette dikkate alınacak ve es geçilmeyecektir. “Allah ile onun arasında günahları” denilmeyecektir. Çünkü dine tecavüz söz konusudur. Arada kalma diye bir şey yoktur.
Ayrıca Üstad Bediüzzaman şöyle demiştir: “Ben 40 kırk sene evvel bir hadisin taşını atmışım. Bu adam kafasını kaldırıp o taşa çarpmış, vurmuş.”
Böyle bir tespit elbette yanımızda itibar ve ilgi görecektir. Elbette “Aman o hadiste bildirilen Kuran’a zararlı kişinin kim olduğunu bilmemek gibi bir gaflette olmayalım” diyeceğiz.”
Bu ikinci madde hakkındaki detaylar ve çok daha fazlası için lütfen kaynak kitabımıza müracaat ediniz.
