KEŞİF YOLCULUKLARI: Farklı Mana Açılımlarıyla, İzahlı ve Görsel Destekli Risale-i Nur Eğitim Programı

Medresetüzzehra Eğitim Yaklaşımı'nın Bilim Felsefesini Oluşturmaya Katkıda Bulunmayı Hedefleyen Akademik Eğitim Faaliyetleri

İslâm’ın ve Risale-i Nur’un İstikbalini Tehdit Eden İşte Esas Tehlike: İlim Üretim Faaliyetine, Düşünceye ve Akla Düşmanlık

5 Yorum

İslâm’ın ve Risale-i Nur’un İstikbalini Tehdit Eden İşte Esas Tehlike:

İlim Üretim Faaliyetine, Düşünceye ve Akla Düşmanlık

Temel/Kaynak Yazı

(Lütfen “Mutlak Vekillik ve İzah Karşıtlığı” meselelerinde yazdığımız inceleme yazılarının bir arada sunulduğu yazımızın tamamını, yazımızın sonuna eklenen ilave yazılarla birlikte okuyun. 10 dk.lık çok önemli ve metinden farklı içeriğe sahip olan ve aşağıda adresi verilen videoyu da muhakkak izleyin. Resmin tamamını görmek için bunu yapmalısınız.)


Öncelikle yazımızın çatısını koymak istiyoruz. Daha sonra meseleyi detaylandıracağız. İşte buyrun:
 
“Risale-i Nur Herşeye Yeter” demek (yani hiç bir ilim üretim faaliyetinde bulunmadan herşeyi ondan beklemek, Kur’an medeniyetinin kendi kendine kurulup insanlığa hâkim olacağı zannı içinde oturup beklemek ve herkesi de oturup beklemeye sevk etmek) İslamiyete İhanettir!
 
Kısa Video Adresi: https://youtu.be/UnY-4kb6o9w
 
Risale-i Nur’un herşeye yetmediğini görmek de bir yeterlilik ve ufuk gerektirmektedir. Herşeyi 100 sene önce yazılmış bir eserden ve insandan beklemek acizliktir, tembelliktir ve asla gerçekçi değildir. Eğer böyle bir şey gerçekçi olsaydı herşey Kur’an ve hadisten beklenirdi, bir İslamî ilim kültür birikimi oluşmasına ihtiyaç olmazdı. Değil mi?Halbuki daha yapılması ve geliştirilmesi gereken çok ve büyük işler vardır. Bu yönde gayret gösteren kişilere destek vermemek, taraftar olmamak hatta karşı çıkıp mani olmaya çalışmak ise, tarifi mümkün olmayan bir vahim hatadır.


Yazı Takdimi ve Önemli Bir Giriş Metni:

Esas itibariyle İslamî kaidelere uygun olmayan hatalı ve gayr-ı İslâmî bir anlayışın yanlışlığını veye ilim üretimi ve taliminin gibi hem farz, hem makbul bir hizmet-i İslâmiyenin doğruluğunu ve gerekliliğini ispat için ne Risale-i Nur’dan, ne Üstad Bediüzzaman’ın veya talebelerinin hatıralarından delil getirmeye ihtiyaç yoktur ve olmaması gerekir.

Ne yazık ki İslâmiyetle tanışmadan Üstad, Risale-i Nur ve cemaatiyle tanışanlar ve 1400 yıllık İslâmî ilim-kültür birikiminden habersiz şekilde Nur dairesi içine girenler ve hatalı telkin ve yönlendirmelerle daire içine girdikten sonra da bu ciddi birikim ve ilim-irfan hazinesinden kendilerini nasipsiz bırakanlara en açık bir İslâmî kaideyi veya hatalı, gayr-ı İslâmî ve en tehlikeli bir fikrin bâtıl olduğunu gösterebilmek için mecburen bu yolla da hakikati ortaya koymaya çalışıyoruz. Çünkü muhatabınız İslâmiyet lisanını bilmiyor, yalnız Risale-i Nur dilinden anlıyor! Ama gelin görün ki onu da yanlış anladığından bu yöntemle de ikna olmuyor! Gülmenin en yüksek derecesi ağlamak; ağlamanın en yüksek mertebesi gülmektir. Biz de bu perişan hale, ancak en yüksek perdeden gülmekle karşılık veriyoruz!

Bu yazıda biz ne diyoruz? İki yaklaşımın gayr-ı islami ve İslamiyete ve Risale-i Nur’a asıl ihanet olduğunu ve İslamiyet ve Risale-i Nur’un yüksek istikbalini ciddî tehdit eden bir tehlike olduklarını ifade ve ilan ediyoruz. 1- Her türlü ilim üretim ve talim faaliyetine, Risale-i Nur’un yazılı ve sözlü izahına karşı olmak ve yasak etmek. 2- Tek bir insanın “Herşeyi, her durumda, her zaman en doğru ve isabetli olarak Üstad gibi düşünebileceğini ve yapabileceğini ve Risale-i Nur’la ilgili her konuda tek ve mutlak yetkili ve vekil olduğunu” kabul etmek. Hatta bu iki yaklaşıma sahip olmanın ve dava etmenin, bilmeyerek ve iyi niyetle de olsa neticesi ve mahiyeti itibarıyla İslamiyete ve Risale-i Nur’a ihanet olduklarını söylüyoruz.

Bu basit bir iddia mıdır? Elbette kendine, Risale-i Nur’a ve müslümanlığına saygısı olan ciddi bir nur talebesinin önce bu iddiayı ciddiye alması ve eğer bu iki yaklaşıma sahipse kendini murakebe etmesi ve iddiaları incelemesi gerekir. Doğru söylüyor olabileceğimiz ihtimaline karşı ihtiyat etmeli, dikkatle incelemeli ve gerekiyorsa ondan sonra söz söylemelidir. Hemen kendi ezberini tekrarlama basitliğine ve yüzeyselliğine düşmemesi gerekir.

Bizi peşinen suçlamadan önce ne dediğinizin farkında olmanız gerekiyor. Misal olarak Facebook’ta birisi güya Risale-i Nur’u ve Üstad Bediüzzaman’ı koruyormuşcasına ve biz de “Risale-i Nur hakkında ileri geri yani aleyhte ve ona karşı” söz sarf etmişiz gibi bizi suçlamış ve 60 saatlik Risale-i Nur Eğitim Programı inşa etmiş, 7 seneden beri geceli gündüzlü maddi-manevi fedakarlıkla çalışan bir insan değilmişiz gibi, Risale-i Nur’un rakipsizliğini ortaya koymak maksadıyla Risale-i Nur’a rakip olacak eser yazmamızı isteyerek güya bize meydan okumuş yorumunda. (“Kur’an’ın benzerini getirin!” misali. Hay allahım.) Halbuki bizim meselemiz izah karşıtlığının yanlışlığını ortaya koymaktır. Risale-i Nur’a rakip eser yazmak değil! Neresinden nasıl anlaşılmış! Okumadan, anlamadan uzun ve boş yazma kabiliyetinizi siz de göstermeye cesaret etmenizden önce böylelerini peşinen ikaz ediyoruz ve haber veriyoruz ki: Bize karşı Risale-i Nur’u ve Üstad’ı boşuna müdafaa etmeye çalışmayınız efendiler! Bu konuda emin olun bizi geçemezsiniz!

Çünkü 7 senedir hayatımızı adadığımız tek ve büyük davamız ve (bütün hizmetlerimiz, akademik çalışmalarımız ve seminer formatındaki derslerimiz ve eğitim programımızla) gerçekleştirmek istediğimiz idealimiz: Risale-i Nur’u insanlığa mal etmek ve Risale-i Nur’un içindeki Kuranî ve imanî hakikatleri ilan ve takdim etmek, tanıtmak ve okunmasını sağlamak ve en nihayetinde Risale-i Nur’a nazar-ı dikkati çekerek Risale-i Nur’u kıymetli ve ciddî, ilmî ve akademik kıymeti yüksek bir eser olarak göstererek eserlerden istifade etmeye yönlendirmekten ibarettir. Gülmekle karşılık verdiğimiz bu vahim yanlışların kasten ve bilerek yapıldığını tasavvur etmek istemiyoruz. Fakat bilirsiniz ki, davranışların neticesine niyetin tesiri ya azdır veya yoktur. Yazık ki ne yazık dersek haksızlık mı etmiş oluruz?

İslamiyete ve ilme ihanet pahasına, Üstad’ımıza ve eserlerine sadık olma iddiamız nasıl doğru ve hak bir dava ve iddia olabilir? Bu çarpık, yanlış ve gayr-ı islami fikirleri kendi fikrimiz ve taassubumuz ve özel tercihimiz olarak ifade etmeye cesaretimiz yok da, Üstadı ve eserlerini kalkan yaparak ve onların arkasına sığınarak mı yoksa bu yakışıksız fikirleri bazen hataen bazen bilmeden dile getiriyoruz? Ne dediğimizin farkında mıyız? Risale-i Nur’a odaklanmak ve onda ihtisas ve ona öncelik vermek başka konudur ve özel bir tercihtir, “Herkes bizim üstadımızı dinlesin ve okusun, başka kimse hiçbir şey söylemesin ve yazmasın, başka kimseyi de dinlemesin ve okumasın” diye bir söz ise bu ümmetin karşısına çıkılıp söylenir mi hiç? Eğer söylersek veya bu manaya gelen beyanlarda bulunursak, bu asla kabul edilemez bir hezeyan olmaz mı? Acaba böyle bir tavır, her şeyden evvel gerçekçi olmayan ve eser sahibine ve eserlerine fayda zannıyla zarar verdiren bir tavır değil midir?

(Tabiatıyla aynı mantık muhterem ve mübarek Hüsnü Bayramoğlu ağabeyimiz için de aynen geçerlidir. “Herşeyi, her durumda, her zaman en doğru ve isabetli olarak üstad gibi düşünebilen ve yapabilen ve Risale-i Nur’la ilgili her konuda tek ve mutlak yetkili ve vekil bizim abimizdir!” derseniz bu insana iyilik mi etmiş olursunuz, iyilik zannıyla çok büyük bir fenalık mı etmiş olursunuz, haydi siz kendiniz vicdanınızla cevap verin.)

Ve yine tüm bunlar kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yalnız hakk’ın hatırı kırılmasın hassasiyetiyle nezaketle ve fakat bütün netliğiyle ifade edilmesi gereken meseleler değil midir? Çünkü İslam’ın ve ilmin temel kaidelerine uygun olmadığını düşündüğümüz bu vahim derecede hatalı düşünceler, çok doğru ve uygunlarmış gibi büyük bir serbestlikle ve rahatlıkla her ortamda ve herkese karşı ilan ve iddia ediliyor. Bu durum, hizmetimize ve Üstad’ımızın ilmî kimliğine büyük bir zarardır ve İslamiyet nokta-i nazarında asla kabul edilemez.

(Bu iddia ettiğimiz hususu, hangi gerçek alime sorarsanız sorun, tereddütsüz aynını tasdik edecektir ve “Evet, böyle sakat bir anlayış islamiyet ve ilme büyük bir ihanettir ve kesinlikle gayr-ı İslamîdir” diyecektir.)

Ey efendiler ve kardeşler ve abiler, ablalar!

Biz Risale-i Nur’un ve Üstadın haysiyet ve hukukunu koruyoruz. İlmin ve islamiyetin şeref ve haysiyetine zarar gelmesin diye çabalıyoruz. Bu arada düşünceye ve akla düşmanlık edenler karşısında, düşünceyi sözlü ve yazılı olarak ifade etme ve ilim üretme hakkınızı müdafaa ediyoruz. Eğer böyle bir hakkınız olduğuna inanıyorsanız tabi!

Bu 13 parçalık mıhlarla sağlamlaştırılmış çelik yazıyı elde edenin karşısında durulabileceğini zannetmiyoruz. (Bu 13 parçaya ilaveten sonradan kaleme alınan ilave metinler de yazımıza eklenmiştir.) Tahminimiz muhalif fikriyattakilerin sanki böyle bir yazı hiç yayınlanmamış ve yokmuşcasına sessiz kalacaklarıdır. Ama ister istemez bir kısmının ifratları kırılacaktır. Bazısının ise tuz buz olacaktır. Belki bazısının insafa geleceğini bile rahmet-i ilahiyeden ümid edebiliriz.

Bu temel yazı, ehl-i hakikate de kırılmaz, sarsılmaz bir dayanak olacak ve rehber görevi görecektir Allah’ın izniyle. Ancak olsa olsa insan suretinde tam ahmaklar ve fanatik muhakemesizler vicdansızca itiraz ederler. Onların itirazının ise böyle kuvvetli bir hakikat karşısında hiç ehemmiyeti yoktur.

Bunu da buraya çekinmeden yazmamızın sebebi, doğru bildiğimiz hakikate olan sarsılmaz itimattır. Yoksa maksadımız kimseye kavga etmek maksadıyla meydan okumak değildir. Zaten biz meseleleri her zaman fikir düzeyinde ele almaktan yanayız.

Fakat elbette bir fikir alışverisi tarzında meseleyi kardeşane mütalaa etmek ve kendi farklı kanaatini arz etmek isteyene elbette kapımız açıktır. Hem memnun oluruz. Başka türlü şekilde, kardeşlik hukukuna ve İslam ahlakına yakışmayan düşmanca tavırlara ve fanatik ezbere söylemlere ve çekişmelere ise tamamen kapalıyız. Bu manada bir iddia ve isteğimiz yoktur, böyle diyaloglara da girmeyiz. Bunu da peşinen söylüyoruz ki bu çirkin üslupta olanlar hiç zahmet edip kendilerini yormasınlar.


Risale-i Nur Bir Tohumdur, Fidedir.

Yüksek ve ihtişamlı İslam/Kuran medeniyetine giden yolda temel kaynak ve rehberdir. Ancak bu fide kendi kendine büyüyüp, gelişip koca bir ağaç haline gelmez. O tohumun sulanması ve gelişmesi gerekir.
 
Risale-i Nur’dan beslenen kabiliyetler de fidedir. Eğer siz düşünmeyi, sorgulamayı yapsa bile içinde gizlemesini isterseniz ve oluşan birikim ve istifadenin sözlü ve yazılı olarak ifade edilmesini yasaklarsanız hem bu kabiliyetlere, hem Risale-i Nur’a, hem de İslamın yüksek ve parlak istikbaline en büyük kötülüğü yapmış olursunuz.
 
Şu an itibariyle Batı medeniyetinin karşısına çıkıp alternatiflik dava edeceğimiz ne bir medeniyet kültürümüz, ne bir bilim felsefemiz mevcuttur.
 
Ve bunların oluşmasına en büyük ve birinci engel Risale-i Nur camiası içinde “kitap tarikatı”na dönüşen yapı ve zihniyettir.
 
Risale-i Nur ve Üstad, fikir ve ilim üretiminde yeni ufuklar açacak bereketli kaynaklar oldukları halde, tam tersi istikamette yani ilim kapısını ve üretimini sonuna kadar kapatan, kitleyen ve anahtarını da denize atan bir fonksiyon yüklenerek dondurulmaları, bu ümmetin ve insanlığın başına gelebilecek en büyük ve dehşetli felakettir.
 
İslam medeniyet tasavvurunun Üstad’ın bıraktığı yerden bir adım öteye taşınmasına gayret edilmeyen ve bir yaratıcının varlığını kabul eden bir bilim yaklaşımının insanlığa nasıl takdim edileceği yönünde bir arayışın olmadığı ve bu maksatla alternatif bilimsel modellerin üretilmediği ve Kur’an medeniyetine has bir bilim felsefesinin oluşturulmasına çalışılmadığı bir nur talebeliği anlayışı, tamamıyla hem İslamiyete hem de Risale-i Nur’a büyük ve asıl ihanettir. Esas sadakatsizlik de budur.
 
Elbette bu büyük bir ufuktur ve herkesten bu yönde bir üretimde bulunması beklenmez. Tabiatıyla böyle üretimler sözlü ve yazılı izah ve şerh çalışmalarının yasaklanmadığı bereketli ortamda ortaya çıkabilirler. Fakat böyle bir düşünce, tasavvur ve dahi bu yönde bir isteği,derdi ve hayali bile hiç olmayan ve kendisi katkıda bulunamasa da en azından bu yönde akademik çalışma ve üretimde bulunanlara taraftar ve destekçi olmayan bir Risale-i Nur talebesi profili, elbette ideal ve makbul bir model olarak görülemez. Öyle görülmeye ve gösterilmeye çalışılması da vahim bir hatadır.
 

Bilerek veya bilmeyerek din düşmanlarına yardımdır ve İslamiyete ihanettir.


Vekillik Meselesinden Daha Önemli Sorunumuz Yok Mu?

Birileri vekillik meselesinden daha önemli sorunumuz mu yok demiş. Aslında var evet. Ama o daha büyük sorunun kaynağına da ne acaiptir ki vekillik meselesinin deşilmesiyle ulaşılıyor.Vekillik meselesi asıl büyük ve dehşetli hastalık ve tehlikenin sadece ucudur. Belki dışa vurmuş hali ve çürük meyvesidir. Kökleri ve esas tehlikeli olan kısmı daha derindedir. Esas sorun düşünceye ve düşüncenin yazılı ve sözlü olarak ifade edilmesine karşı bir savaş açılmış olmasıdır ve güya sadakat namına bu tehlikeli zehrin ve bulaşıcı virüsün genç beyinlere zerk edilmesidir.

Mutlak Vekil Kavramı Hakkında:

(Aklen ve mantıken şüpheye yer bırakmayacak kesinlikte olan bu çözümleme, Risale-i Nur’da geçen bir ifadenin hangi mana ve maksatta kullanılmış olduğunu sorgulamadan, muhakeme etmeden, İslamî kaidelerin süzgeç ve onayından geçirmeden düz mantıkla veya birilerinin anlamamızı istediği ve ezber ettirdiği manada anlamanın nasıl istenmeyen neticeleri verdiğine gayet ibretli bir misaldir.)

Bu tabir Bediüzzaman Said Nursi’nin Emirdağ Lahikası’nda geçmektedir. İfadeler Şöyledir:

“Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda, hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tâhirî, Sungur, Ceylân, Hüsnü ve bir iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum.”

Mutlak kelimesi “kayıtsız, herhangi bir çerçevesi belirlenmemiş, genel” manasında olmakla birlikte kayıt altına alınabilirliği ifade eden bir kelimedir. Fakat bu tabirle ilgili sorun, birilerinin ısrarla bu tabiri “kayıtsız şartsız, her konuda ve her durumda” manasında görmek ve göstermek istemeleridir. Haliyle böyle bir anlayış hem gayr-ı İslamî, hem de akıl dışıdır. Böyle bir anlayış, “Mutlak vekilin her dediğini sorgulamadan ve ölçüye vurmadan doğru kabul edip yapmak veya yanlış dediğini yanlış görmek ve yapma dediğini yapmamak” şeklinde bir uygulamayı beraberinde getirir.

Halbuki mutlak otorite ancak Allah ve resulüdür bunun dışında kalanların hepsi Allah ve Resulüne tabidir. Kim olursa olsun Kur’an, sünnet ve icma mizanına (alimlerin fikir birliği ölçüsüne) tabidir. Şayet kişi veya kurumlar mizana (şeriata) uygun hareket ediyorlar ise onlara uyulur, etmiyorlar ise itaat edilmezler. Bu temel bir İslamî kabuldür.

Dolayısıyla Üstad Bediüzzaman’ın “mutlak vekil” ifadesinin, Risale-i Nur’un basım ve neşir işleri ile ilgili olduğunu kabul etmek ve her dediği sorgulanmaksızın kabul edilmeye mecbur olunan otoriter bir makam manasında olduğunu reddetmek gerektiği açıktır.

Zaten mektubun kendisinden de şöyle bir çıkarım yapılabilir. Bir insanın ilmî yeterliliği üst düzeyde olan bir alime mutlak manada vekil olabilmesi ancak onun yeterliliğine sahip biri olmasıyla mümkün olabilir. Halbuki Bediüzzaman zaten mektubun başında “bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda, hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde” ifadesini kullanmakla, akla gelebilecek hatalı bir mananın kapısını kapatmıştır. İsmini verdiği talebelerin mutlak manada vekil olabilecek yeterliliğe sahip olmadıklarını “bütün talebelerin fevkinde diyerek değil” ifadesiyle bildirmiş ve bu talebelerini vekil olarak seçme sebebinin sadece yanında bulunup tarzını bilmeleri olduğunu ise “benim en yakınımda, hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde” ifadeleriyle açığa kavuşturmuştur.

Vekilliğin hangi konuya dair olduğuyla ilgili olarak da “Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler.” ifadesini kullanarak bilgi vermiştir.

Burada müzakereye açık görünen husus “hizmet tarzı” tabirinin kapsamının ne olduğudur. Birinci ihtimal, Risale-i Nur’un basım ve neşir işleri gibi sınırlı bir manayı ifade ettiğidir. İkinci ihtimal de Risale-i Nur’la ilgili her türlü hizmet ve faaliyetler ile Üstad Bediüzzaman’ın ilmî kimliğini her manada temsil yeterliliği ve yetkisini ifade ettiğidir.

Böyle bir yetkinin ancak bunu karşılayacak bir yeterlilikle mümkün olabileceği açık olduğundan, yine mektubun ilk kısmına geliyoruz. “Bütün talebelerin fevkinde diyerek değil” ifadelerinin ve herhangi bir İslamî ilim tahsili ve uzmanlığı bulunmayan bir ilk okul mezununun vekil olarak karşımızda bulunmasının birlikte göz önüne alınması; birinci ihtimali kesin olarak teyit etmekle birlikte, ikinci ihtimalin kapısını aklen ve mantıken kapatmakta ve şüpheye yer bırakmayacak derecede reddetmektedir.


Bu açıklamalardan sonra yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Mutlak vekillik meselesinin ne için istimal edildiğine (kullanıldığına) baktığımızda gördüğümüz (açıkça görünen) şudur: “Sizler oturun oturduğunuz yerde! Siz düşünemezsiniz ve doğrusunu akledemezsiniz! Sadık kalmak ve hain olmamak istiyorsanız bizim vekilimizin dediğini (daha doğrusu vekili kullanarak ortaya koydugumuz bizim mutaassıp ve baskıcı fikirlerlerimizi) yanlış da olsa mutlaka kabul etmeye mecbursunuz!” şeklinde ilmî istibdat için kullanılmasıdır.
 
Bununla beraber Hüsnü abide de ciddi sorun var. Yanlış yapıyor. Yanlış düşünüyor. Şahsına hürmetimizi korumakla beraber hata fikriyatını şiddetle ve kesin olarak reddediyoruz. (Her türlü yazılı ve sozlü izaha karşı çıkmasını ve adeta savaş açmasını ve bu yönde ilmî, akademik üretim yapanlar da dahil olmak üzere tamamını hain ilan edip daire dışına atmakla kalmayıp bir de ahirette perişan olacaklarını ifade etmesini kastediyoruz. Böyle bir şey İslamiyet nokta-i nazarında kabul edilemez.)
 
Ayrıca Üstadın ilmî kimliğini temsil etme kabiliyet ve kapasitesi olmayan biri olarak görüyoruz ve ne yazık ki öyle de. (Keşke öyle olmasaydı biz de kendisiyle iftihar etseydik ama değil. Bu tabi ki onun suçu değildir. Sadece böyle bir özelliği yoktur o kadar. Herkesten herşey istenmez, beklenmez. O yöne zorla sevk etmek de herkese zulümdür. İhlasla Üstadımıza talebe olması ve Risale-i Nur’la olan hizmet ve bağı sebebiyle bizim için zaten manen en üst derecelerdedir. Ancak İslamî ilim nokta-i nazarında elbette değildir.)
 
Fakat onun etrafındakilerin bazıları namert oldukları için onun üzerinden, güya Risale-i Nur ve üstadımızın üzerinden ve onlar namına (kendi adlarına dile getiremedikleri) baskıcı fikriyatlarını dikte ediyorlar Risale-i Nur cemaatimize. Mesele bu kadar açık ve nettir.
 
Diğer taraftan “imam böyle yapsa cemaat ne yapmaz ki!” misalinde olduğu gibi Hüsnü abinin o kadar vahim ve çok sayıda yanlış beyanatı var ki, işte tüm bunlar, seviyesiz aşağılık mahluklara yakışır düşüklükteki çirkin usluba ve kör taassup sahiplerine cesaret veriyor ve rahat bir hareket alanı sağlıyor. Hüsnü abinin bu noktadaki mesuliyeti çok büyüktür. Omuzundaki akrebin varlığından haberdar etmemiz elbette ona olan hürmet ve muhabbetimizle çelişmez. Belki gereğidir.
 
Biz abimizi proje dosyalarını ve çözüm önerileri paketlerini resmi makamlara takdim ederken görmek isterdik elbet. Ama herşey herkesden istenmez. Hatta kendisinin Ankara’da değerler eğitimiyle ilgilenen kişiyle görüşmemizi söylemesini bir yönden hüsn-ü zan ile karşıladık. Çünkü bu abimiz üstadımıza halisen talebe olmuş fakat tahsili yok, entellektüel ve akademik bir boyutu olan biri degil, herhangi bir konuda mesela eğitim konusunda bir uzmanlığı olan biri de değil ki. Böyle hizmetlerin ondan beklenmemesi tabidir. Belki yalnızca bu yöndeki gayretleri tebrik, takdir, teşvik etmemesi ve destek vermemesi noktasında eleştirilebilir.
 
Fakat mutlak vekil tabiriyle sanki herşeyi her yönüyle düşünebilecek ve yapabilecek kabiliyette ve yeterlilikte bir insanmış gibi bu yaşı kemale ermiş abimizi öne sürmek, (abimizin bahsi geçen durumu malum olduğu için) açıkça onun vekil sıfatını kendi emelleri için kullanmaktan başka bir nokta ve gayeyle izah edilemez. Herhalde en iyi ihtimalle iyilik zannıyla fenalık etmek ve zarar vermektir.
Fakat neticesi ve etkileri noktasında böyle bir davranış, Risale-i Nur camiamıza ve Risale-i Nur’un ve İslam’ın yüksek istikbaline yapılabilecek en büyük ihanet değil de nedir?

Şu temel yaklaşımı da aşağıya alarak yazımızın ana metninin çatısını tamamlamış oluyoruz:

Varlık sebebi “asrın anlayışına ve zamanın ihtiyacına uygun hizmet etmek” olarak ifade edilen bir tecdid (yenilik) hareketinin, zamanın yeni ihtiyaç ve şartlarına duyarsız olması kabul edilemez.

Kanaatimizce Üstadın 60-70 sene önceki sözleri, yeni hizmet araçları gibi uygulamaya yönelik ve İslamın istikbalini belirleyecek ilim üretim faaliyeti gibi hayatî önem arz eden meselelerde tek referans olamaz. Peygamberimizin bile hadis ve Kuranın, kendi zamanında tam olarak yazılmamasına ve hatta hadislerin yazılmasını men eden rivayetlerin mevcudiyetine rağmen, sonraki halifeler hikmetle hareket ettiler ve yazdırdılar. İyi de ettiler.

Varlık sebebi “asrın anlayışına ve zamanın ihtiyacına uygun hizmet etmek” olarak ifade edilen bir tecdid (yenilik) hareketinin, zamanın yeni ihtiyaç ve şartlarına bu kadar duyarsız olması, mantığa çok ters bir durumdur ve kabul edilecek bir şey değildir. Çok daha büyük işlerle meşgul olmak ve insanlık çapında hizmet projeleri üretmek yerine hala sözlük/dipnot/meal karşıtlığı gibi küçük meselelere bile takılıp kalmak, hele ilim üretim faaliyetlerine karşı çıkmak, bir tahkik mesleği için gerçekten zavallıca ve utanılacak bir durumdur. Böyle bir yanlış yaklaşıma itiraz etmek, İslamî hassasiyeti bulunan ve Risale-i Nur ve Bediüzzaman’ı İslamiyetin üzerinde tutmayan her bir müslümanın üstüne kesin olarak vaciptir.

Açık ve kesin kanaatimiz şudur ki, böyle yanlış yaklaşımların manevî olarak çok büyük bir mesuliyeti vardır. Çünkü imana muhtaç insanlara ulaşmak için, eldeki imkanların (kasten ve bilinçli olarak ve doğru bir iş olarak görülerek) yeterince kullanılmaması söz konusudur. Bunun hesabı sorulduğunda ise, “Biz Üstadımızdan böyle gördük, biz Risale-i Nur’a sadık olmak için bu imkanlara ilgisiz kaldık.” gibi cümlelerin İslamî sorumluluk noktasında makul bir gerekçe olarak görülmeyeceğini azıcık düşünce kabiliyeti olan bir insan görebilir.

“Risale-i Nur Hizmet Tarzının Aynen Korunması ve Devam Ettirilmesinden Ne Anlamalıyız?” isimli yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.

https://atomic-temporary-101453453.wpcomstaging.com/2017/12/06/risale-i-nur-hizmet-tarzinin-aynen-korunmasi-ve-devam-ettirilmesinden-ne-anlamaliyiz/


Vahim ve yanlış beyanatlar ve hatalı yaklaşımların neler olduğunu öğrenmek isteyenler aşağıdaki iki yazıdan cevaplarını alsınlar:
 
1- “Biz Öyle Bir Kelime Duymadık Nurculardan!” isimli yazı:
 

Birisi “İşte esas tehlike! Risale-i Nur Herşeye Yeter” demek (yani hiç bir ilim üretim faaliyetinde bulunmadan herşeyi ondan beklemek, Kur’an medeniyetinin kendi kendine kurulup insanlığa hâkim olacağı zannı içinde oturup beklemek ve herkesi de oturup beklemeye sevk etmek) İslamiyete İhanettir!” ifadeleriyle başlayan paylaşımımızın altında şöyle bir soru sormuş:

“Biz öyle bir kelime duymadık nurculardan!”

Cevabımız: “Bilmemek olmamaya delil olmaz!”

Cevabı: “İspat etmek lazım o zaman!”

İşte detaylı cevap ve ispatımız: (Lütfen en son paragrafa dikkat)

Dikkat ederseniz daha başta kastetiğimiz manayı netleştirmek ve yanlış anlamaları önlemek adına şöyle demişiz:

Risale-i Nur Herşeye Yeter” demek (yani hiç bir ilim üretim faaliyetinde bulunmadan herşeyi ondan beklemek, Kur’an medeniyetinin kendi kendine kurulup insanlığa hâkim olacağı zannı içinde oturup beklemek ve herkesi de oturup beklemeye sevk etmek) İslamiyete İhanettir!”

Yani bir kimse bu cümleyi açık olarak söylemeyebilir. Bu şart değildir. Aynı manaya gelecek sözleri söylemesi veya kısıtlamalar ortaya koyması vs. de aynı anlama gelir. Bu kimse için “bu cümle filancanın ağzından çıkmıyor ama!” denilmez. Evet, bazılarının ağzından çıkmıyor ama lisan-ı hali ve diğer sözleri bu cümleyi adeta haykırıyor!

Hem bunu bu şekliyle söyleyen ve tatbik etmeye çalışan da çoktur. Hem de buna Risale-i Nur’dan delil getiren de çoktur. “Risale-i Nur herşeye yeter mi? Risale-i Nur’dan başka kitap okunabilir mi? Okunamaz mı?” şeklinde sorulara verilmeye çalışılan cevapların çokluğunu bu cümleleri internette aratarak rahatlıkla görebilirsiniz. Demek böyle sorulara sebep olan bir anlayış ve tarz var ki, böyle cevaplara ihtiyaç oluyor.

Hani demiştik ki, aynı cümleyi söylemez ama hal diliyle aynı söz söylenmiş olur diye. İşte tam bir örneği:

Bakın paylaşımımızda ne demişiz:

“İslam medeniyet tasavvurunun Üstad’ın bıraktığı yerden bir adım öteye taşınmasına gayret edilmeyen ve bir yaratıcının varlığını kabul eden bir bilim yaklaşımının insanlığa nasıl takdim edileceği yönünde bir arayışın olmadığı ve bu maksatla alternatif bilimsel modellerin üretilmediği ve Kur’an medeniyetine has bir bilim felsefesinin oluşturulmasına çalışılmadığı bir nur talebeliği anlayışı, tamamıyla hem İslamiyete hem de Risale-i Nur’a büyük ve asıl ihanettir. Esas sadakatsizlik de budur.

Elbette bu büyük bir ufuktur ve herkesten bu yönde bir üretimde bulunması beklenmez. Tabiatıyla böyle üretimler sözlü ve yazılı izah ve şerh çalışmalarının yasaklanmadığı bereketli ortamda ortaya çıkabilirler.”

Şimdi bir eser hakkında düşündüğünü ve anladığını sözlü ve yazılı ifade etmeyi hainlik olarak tanımlayan bir zihniyetin bunu hangi gerekçeyle doğru görerek yaptıklarını ve bu hatalı yasağı hangi düşünceyle herkese yaygınlaştırmayı görev ve Risale-i Nur’a sadakat olarak ortaya koyduklarını düşünüyorsunuz? Bunun cevabı acaba ne olabilir?

Kendimizi kandırmayalım. Böyle bir uygulamanın altında yatan tek bir düşünce olabilir. O da şudur:

“Risale-i Nur’un her şeye yettiği düşüncesi ve inancı!”

İşte bu yasaklarıyla bu cümlenin ifade ettiği manayı halleriyle en yüksek perdeden bağırarak söylemekte oldukları açıkça ortaya çıkmış oldu.

İşte Risale-i Nur’dan yanlış mana verilen ve tatbik edilen bir paragraf:

“Risaletü’n-Nur hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risaletü’n-Nur’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risaletü’n-Nur o yolu kestirir, iman-ı hakikîye isal eder. Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel kesret-i mütalâayla bazan bir günde bir cilt kitabı anlayarak mütalâa ederken, yirmi seneye yakındır ki Kur’ân ve Kur’ân’dan gelen Resailü’n-Nur bana kâfi geliyorlardı. Birtek kitaba muhtaç olmadım, başka kitapları yanımda bulundurmadım. Risaletü’n-Nur çok mütenevvi hakaike dair olduğu halde, telifi zamanında, yirmi seneden beri ben muhtaç olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzım gelir. Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum; siz dahi Risaletü’n-Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.”

Söylenen bir sözü mutlaklaştırmanın ve ne için, kime, ne maksatla, hangi makamda vs söylenildiğini nazara vermeden ve gerçek manada anlamaya çalışmadan (belki de işine öyle geldiği için maksadı doğrultusunda) kayıtsız ve istisnasız bir şekilde o söze mana verme yanlışı bu ve buna benzer ifadeler için yaygın olarak yapılmıştır.

Bunun manasının yanlış anlaşıldığına ve kayıtsız ve istisnasız bir şekilde yukarıdaki söze mana verilemeyeceğine delil yine Risale-i Nur’da mevcuttur halbuki:

“Vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ve Dokuzuncu Şuâ’nın Dokuz Makamı’nı tekmille ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek.”

“Sabri mektubunda, “iki üç senedir Risale-i Nur, telif cihetinde tevakkuf devresini geçiriyor” diye hikmetini soruyor. Bunun cevabı uzundur. Hem telif ihtiyarımız dairesinde değil. Hem Risale-i Nur şakirtlerinin teliften hisseleri kalmak için, bazı ehemmiyetli esbap ve arızalar mani oldu.” (Kastamonu Lahikası).

“İnşaallah bir zaman, Risale-i Nur’un şakirtlerinden birisi veya birkaç tanesi, o dokuz makamı ve berahini telif edecek ve Mukaddeme-i Haşriyenin başındaki âyât-ı âzamın dokuz fıkrasının hazinelerini, Risale-i Nur’da münteşir haşr-i cismanî berahiniyle ve kalblerine gelen sünuhat ve ilhamat ile açıp, Dokuzuncu Şua’yı Onuncu Söz’den daha parlak, daha kuvvetli bir tarzda tekmil edecek.” (Kastamonu Lâhikası, 131. Mektup)

Delil istemiştiniz: İşte aşağıda mühim bir abimizin ağzından (Hüsnü Bayram) özellikle her türden ilim ve irfan erbabını içine alan ve tasvip etmediğimiz genel ifadelerle yazılı ve sözlü izahın hainlik olarak tavsif edilmesini, “bir harfini değiştiremezsiniz ve izah edemezsiniz” sözünü kulaklarınızla işitin. Biz böyle ifadeleri tasdik ve tasvip etmiyoruz. Hürmet etmek ayrıdır, akla mantığa vurmadan her şekilde kabul etmek ayrıdır.

“Bediüzzaman kastamonu lahikasında diyor ki.. Bu akl-ı evveller, kitap yazanlar, akl-ı evvel geçinenler, yazarlar bunu iyi okusunlar. Envar neşriyat 55.sayfada bunu izah ediyor. Tevhid hakkındaki bahisler toplansa mükemmel bir şerh ve izah olur diyor. Başka yerde aramaya lüzum yok. Çünkü Risale-i nur hakaik-i Kuraniye ve imaniyeyi içine alan Kuran’ın mucize-i maneviyesidir diyor. Bunlar ne yapıyorlar kuş akıllarıyla? Alim de olsan, şeyhülislam da olsan Risale-i Nur’un bir harfini değiştiremezsin, bir harfini ilave edemezsin.. İzah edemezsin, izah.. Aynı okuyacaksın. Yaparsan Üstad’a hainlik yapıyorsun hain! Üstad’ın hizmetine zarar veriyorsun yani. Cemaati bölmekle beraber büyük vebal. Yarın huzur-u ilahide, bu cemaat de şahit, bu vebalin altından kalkamayacaksınız. Dünyada, ahirette rezil olacaksınız.”

Aşağıda adresi verilen yazıda da ciddi anlamda vahim açıklamalar yer almaktadır:

https://www.risaleajans.com/nur-alemi/husnu-agabeyden-ciddi-uyarilar

“Son zamanlardaki bazı gelişmeler özellikle biz nur talebelerini teyakkuza sevk etmektedir. Şöyle ki ; Güya Risale-i Nurun okunmasına vesile olmak için yazılan ama maalesef, Risale-i Nurun okunmasına perde olan Risale-i Nurdan daha fazla neşredilen ve reklamı yapılan Risale-i Nurda geçen imani hakikatleri sanki Üstadımızdan daha güzel ifade ediyorlarmış ve asrın gençlerine ulaştırıyorlarmış gibi kitap yazan Dairemiz içindeki kişilerin aslında Risale-i Nur hizmet düsturlarına uygun olmayan bir çalışma içinde olduklarını ifade etmek için…”

“Hanımlar Rehberi’nde yer alan hanım kardeşlerimizin aşağıda yer verdiğimiz üstadımıza yazdıkları ifadelerden de anlaşılıyor ki bize Risale-i Nur yeter.”

“Risale-i Nur, imani mes’eleleri lüzumu derecesinde izah etmiş. Risale-i Nur’un hocası, Risale-i Nur’dur. Risale-i Nur, başkalarından ders almağa ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidadı nisbetinde kendi kendine istifade eder. Aklınız herbir mes’eleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdanınız hissesini alır. Ne kadar istifade etseniz, büyük bir kazançtır.”

Bu yukarıdaki paragraf Sözler’den alıntıdır ve tamamen yanlış manada tatbik edilmekte olduğunun izah ve ispatı aşağıda adresi verilen yazımızda hem de yukarıdaki sözlerin sahibi Zübeyir Gündüzalp’in ağzından yapılmıştır: (Yazı ismine tıklayabilirsiniz.)

Yazı İsmi: Risale-i Nur “Anlaşılmaz” Değil, “Zamanla ve Gayretle Anlaşılabilen” Bir Eserdir (İzah Çalışmalarının Gerekliliği)

Meşhur bir sözü ise şöyledir Hüsnü abimizin: (hürmet ederiz fakat İslami ilim noktasında bu şekilde bir anlayışı kabul edemeyiz)

“Ders yaparken izah etmek ‘Üstadım sen sus da, ben konuşayım.’ demektir.”

Şimdi Soruyoruz: Bu garip sözü kabul etmek için, Kur’an dururken ve Kur’an’ın tefsiri hadisler varken ayrıca Kur’an’ı tefsir etmenin, “Allah ve Peygamberi sussun, ben konuşayım!” manasına geldiğini de kabul etmek gerekmez mi?!

Yine aşağıdaki adreste yer açıklamalardan alıntı:

https://www.risaleajans.com/nur-alemi/husnu-bayram-agabeyden-genclik-hizmetlerine-uyarilar

“Üstada ve Risale-i Nura Kanaat Lazım

Üstadımız tarafından asrımız insanının fehmine ve ihtiyacına yazılmış konular zaten Risale-i Nurda mevcuttur. Nur Talebeleri bütün say-ü gayretini Risalelerin okunması, neşri ve duyurulması noktasında teksif eder. Bunun aksi bir tavır içinde olmak üstadı anlamamak ve kanaat etmemek manasına gelmektedir.”


2- “Doğu Türkistan ve Emsallerinin Kurtuluş Reçetesi” isimli yazı:
 

Kesin ve kalıcı kurtuluş çaresi bu yazının içinde! Okuyun, okutun!

Bir kardeşimiz bize “Doğu Türkistan’la ilgili bir yazı istiyoruz sizden.” dedi.

Cevaben: “O konuda yazan abilerimize o vazifeyi havale ettik.” dedik. Fakat dayanamayarak bu konuyla ilgili bir yazı da biz yazdık. İşte buyrun, okuyun, okutun….

Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursi, toplumun ferd ferd eğitilmesi ve aydınlatılmasına önem ve öncelik veriyordu. Daha asrın başında şöyle diyordu: “Milletin kalb hastalığı, zâf-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir.” Bu ifadeler belli ki şu hadisten ilham alınmıştı: “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi, doğru, düzgün olursa bütün vücut iyi, doğru, düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.”

İşte imanın yeri de kalpte olduğundan, büyük bir insan olarak düşünülen toplumun da her kademede doğru, düzgün olması için itikadı düzgün insanlara ihtiyacı vardır. Teferruat meselelerle uğraşmak işimizi göremez. Kökü çürümüş bir ağacın yaprak ve dallarını ilaçlamak veya süslemeye çalışmak neticesiz kalır.

Toplumda yaygın hale gelmiş olan dindeki lakaytlığın ve ahlakî değerlerdeki bozukluğun kaynağı olan iman zayıflığı, milletin kalbinin hasta olması demektir. Reçete ise ancak sağlam inançlı insanlar yetiştirmek ve insanların imanlarını takviye ederek toplumun kalıcı ve sağlıklı bir şekilde düzelmesine zemin hazırlamaktır. Evet, bu iş çok zaman alır ama başka çare yoktur. Demek bir toplumu şekillendirmek ve değiştirmenin yolu insan inşasından geçmektedir. İşte ciddî emeklerle hazırlamış olduğumuz görsel sunumlu Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın da bütün gayreti, bu yoldadır.

Ancak, “Ders yaparken izah etmek ‘Üstadım sen sus da, ben konuşayım.’ demektir.” şeklinde çok çarpık bir zihniyete sahip olan ve kör taassup hastalığıyla malul olanlar ve derslerde yazılı ve sözlü izahları yasaklayarak, düşünceye ve düşünceyi ifade etme hürriyetine düşmanlık edenler aynı zamanda aşağıdaki cümleyi de söylemekten çekinmiyorlardı:

“Üstadımız tarafından asrımız insanının fehmine ve ihtiyacına yazılmış konular ZATEN Risale-i Nur’da MEVCUTTUR. Nur Talebeleri bütün say-ü gayretini Risalelerin okunması, neşri ve duyurulması noktasında teksif eder. Bunun aksi bir tavır içinde olmak üstadı anlamamak ve kanaat etmemek manasına gelmektedir.”

Halbuki bakın bu konudaki hakikat nasıl da bambaşkadır: Risale-i Nur ve Üstad, fikir ve ilim üretiminde yeni ufuklar açacak bereketli kaynaklar oldukları halde, tam tersi istikamette yani ilim kapısını ve üretimini sonuna kadar kapatan, kitleyen ve anahtarını da denize atan bir fonksiyon yüklenerek dondurulmaları, bu ümmetin ve insanlığın başına gelebilecek en büyük ve dehşetli felakettir.

İslam medeniyet tasavvurunun Üstad’ın bıraktığı yerden bir adım öteye taşınmasına gayret edilmeyen ve bir yaratıcının varlığını kabul eden bir bilim yaklaşımının insanlığa nasıl takdim edileceği yönünde bir arayışın olmadığı ve bu maksatla alternatif bilimsel modellerin üretilmediği ve Kur’an medeniyetine has bir bilim felsefesinin oluşturulmasına çalışılmadığı bir nur talebeliği anlayışı, tamamıyla hem İslamiyete hem de Risale-i Nur’a büyük ve asıl ihanettir. Esas sadakatsizlik de budur.

Güya Risale-i Nur’a gönül veren bu camiayı temsil ettiği ifade edilen pek çok kişi, Üstadın ilmi kimliğini temsil etme kabiliyet ve kapasitesi olmayan insanlar olduklarından, yazık ki bu önemli proje, üst makamlara ulaşma imkanı olan malum şahıslar tarafından teklif bile edilmedi! Hatta incelenmedi bile! Bakınız nasıl oldu bu? (Sadece tek bir sarsıcı örnek veriyoruz. Daha fazlasını bazılarının kalbi kaldırmayabilir.)

Bu konuda teşebbüs etme konumunda olan birini arayıp Risale-i Nur’un eğitim müfredatına entegre edilmesi maksadıyla hazırlanan görsel destekli Risale-i Nur egitim programımızdan ve eğitim kitabımızdan bahsedip kendisine kitabımızı, Tayyip beyin makamına sunulacak resmi sunum dosyasını ve fikrî alt yapı dosyasını, incelemesi ve uygun görmesi halinde makama sunması maksadıyla kendilerine postayla göndermek istediğimizi söylediğimizde aldığımız cevap şu oldu:

Risale-i Nur Egitim Programı da ne?! Ben Risale-i Nur’dan başka bir şey bilmiyorum. Ankara’da değerler eğitiminde filanca var. Onunla görüşün.”

Cevaben: “Efendim bu mesele değerler egitimi degil. Risale-i Nur’un doğrudan doğruya bir program olarak okutulması ile ilgili. Size ısrar etmiş olmak istemiyoruz ama arzu ederseniz, bahsettigimiz dosya ve kitap zaten hazır ve adresinize gönderelim dilerseniz.”

Aldığımız cevap: “Benim öyle şeylerle ilgilenecek zamanım yok!”

Tabi telefonu derin bir hayal kırıklığıyla üzüntü içinde kapattık. Ankara’da değerler eğitiminin başındaki kişiye ulaşıp derdimizi yarım saat anlattık, mailine tüm dosyaları ilettik ve hatta değerler eğitimi bünyesinde seminer verme arzumuzu da söyledik ama bize hiçbir şekilde geri dönüş yapılmadı.

İşte vahim tablo bu.

Biz abimizi proje dosyalarını ve çözüm önerileri paketlerini resmi makamlara takdim ederken görmek isterdik elbet. Ama herşey herkesden istenmez. Hatta kendisinin Ankarada degerler egitimiyle ilgilenen kisiyle görüşmemizi söylemesini bir yönden hüsn-ü zan ile karşıladık. Çünkü bu abimiz üstadımıza halisen talebe olmuş fakat tahsili yok, entellektüel ve akademik bir boyutu olan biri degil, herhangi bir konuda mesela eğitim konusunda bir uzmanlığı da olan biri değil ki. Böyle hizmetlerin ondan beklenmemesi tabidir. Belki yalnızca bu yöndeki gayretleri tebrik, takdir, teşvik etmemesi ve destek vermemesi noktasında eleştirilebilir.

Fakat mutlak vekil tabiriyle sanki herşeyi her yönüyle düşünebilecek ve yapabilecek kabiliyette ve yeterlilikte bir insanmış gibi bu yaşı kemale ermiş abimizi öne sürmek, (abimizin bahsi geçen durumu malum olduğu için) açıkça onun vekil sıfatını kendi emelleri için kullanmaktan başka bir nokta ve gayeyle izah edilemez. Herhalde en iyi ihtimalle iyilik zannıyla fenalık etmek ve zarar vermektir. Fakat neticesi ve etkileri noktasında böyle bir davranış, Risale-i Nur camiamıza ve Risale-i Nur’un ve İslam’ın yüksek istikbaline yapılabilecek en büyük ihanet değil de nedir?

Üstadın ilmî kimliğini temsil etme kabiliyet ve kapasitesi olmayan biri olarak görüyoruz kendisini ve ne yazık ki öyle de. (Keşke öyle olmasaydı biz de kendisiyle iftihar etseydik ama değil. Bu tabi ki onun suçu değildir. Sadece böyle bir özelliği yoktur o kadar. Herkesten herşey istenmez, beklenmez. O yöne zorla sevk etmek de herkese zulümdür. İhlasla Üstadımıza talebe olması ve Risale-i Nur’la olan hizmet ve bağı sebebiyle bizim için zaten manen en üst derecelerdedir. Ancak İslamî ilim nokta-i nazarında elbette değildir.)

Halbuki maddî-manevî istikbalimiz böyle bir eğitimin yaygın olarak verilmesiyle mümkün olacaktır. Çünkü bir insanın davranışlarını, düşünceleri; düşüncelerini de inançları ve değer yargıları şekillendirir. Ancak bu manevî inşa ve temeldir ki, o insanda gerçek anlamda faziletli ve ahlaklı davranışlar ile idealist ve fedakar bir yaşam tarzı ortaya çıkarır.

İşte o zaman çok beklenen, aranan, sorulan ve istenen İslam Birliği de oluşma zemini bulur ve insanlığa son döneminde refah, saadet ve adalet saglayacak yüksek İslam/Kur’an medeniyeti de ancak bu şartlarda inşa edilebilir……

İşte maddî-manevî istikbalimizin ve yüksek Kur’an medeniyetinin inşasında en büyük katkıda bulunma potansiyel ve kabiliyetine sahip ve Medresetüzzehra’nın hemen uygulamaya geçirilebilir uygulamalı bir modeli olan Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı’mız:

www.risaleinuregitimprogrami.com

www.kesifyolculuklari.com


“Mutlak Vekillik ve İzah Karşıtlığı” meselelerinde yazdığımız diğer inceleme yazıları ve paylaşımlar:

(Önceden 13 parça olan metinlere ilaveten sonradan kaleme alınan ilave metinler de yazımızın sonuna eklenmiştir.)

1- “Medresetüzzehra’yı Nasıl Tasavvur Ediyorsunuz?” isimli kısa fakat çok çarpıcı ve sarsıcı soruların sorulduğu bu yazıyı okumadan geçmeyin:
 

Sizlere bazı sarsıcı sorular soracağız. Bu soruların cevaplarının bizleri doğru yerlere taşıyacağını ümid ediyoruz.

Üstad Bediüzzaman’ın, “bütün hayatımda takip ettiğim ve Risale-i Nur’la beraber gerçekleşmesine çalıştığım bir hayalim” diye tarif ettiği, Mısır’daki Cami’ül-Ezher tarzında büyük bir İslam üniversitesini doğuda inşa ettirerek, din ilimleriyle fen ilimlerinin barıştırıldığı, kaynaştırıldığı ve birarada okutulduğu bir ortamda ders alan talebeler yetiştirmek hayalini nasıl tasavvur ediyorsunuz?

Risale-i Nur’un bir kalıp olarak ve dokunulmaz mukaddes bir metin gibi aynen okunup okutulduğu,

Sözlü ve yazılı bir izahının ve şerhinin yapılmadığı,

Bu eserler üzerinde ilmî ve fikrî üretimin yapılmadığı ve

Bu tür akademik faaliyetlerin teşvik edilmediği, hatta yasak olduğu,

İslam medeniyet tasavvurunun Üstad’ın bıraktığı yerden bir adım öteye taşınmasına gayret edilmeyen,

Risale-i Nur’un bir temel/kaynak/rehber kitap olarak her türden ilmî çalışmalara kapı ve ufuk açan değil, ilim kapısını ve üretimini sonuna kadar kapatan, kitleyen ve anahtarını da denize atan bir fonksiyon yüklenerek dondurulduğu,

Bir yaratıcının varlığını kabul eden bir bilim yaklaşımının insanlığa nasıl takdim edileceği yönünde bir arayışın olmadığı,

Ve bu maksatla alternatif bilimsel modellerin üretilmediği ve

Kur’an medeniyetine has bir bilim felsefesinin oluşturulmasına çalışılmadığı bir şekilde mi hayal ediyorsunuz?

Yoksa böyle bir düşünce, tasavvur ve dahi bu yönde bir istediğiniz ve derdiniz ve hayaliniz bile hiç olmadı mı?

Bizim bu yöndeki hayal ve tasavvurlarımızla ortaya Medresetüzzehra’nın uygulamalı bir örneği çıktı ve Risale Akademi merkezinde gerçekleştirilen “Risale-i Nur’un Eğitime Entegrasyonu ve Medresetüzzehra’nın Uygulamalı Bir Örneği” isimli seminerde durum tespitleriyle, yöntem tahlilleriyle takdim edildi. Risale-i Nur’un ve bu milletin istikbalini belirleyecek bir yol haritası ve bir “acil durum müdahale reçetesi” mahiyetindeki bu çok önemli seminerde; kalpten kopan ve sunum metni haricinde çok önemli hakikatler dile getirilmiş olduğundan, dikkatle ve önem verilerek seyredilmesini özellikle arzu ve tavsiye ediyoruz.


2- Ayrıca “her doğruyu demek doğru değildir” diyenlere, konunun dile getirilmesinin zaruretini ve kritik önemini ortaya koyduğumuz “Umuma Faydalı Olduğunu Düşündüğümüz Cevabımız” isimli yazımız:

Bir kardeşimiz “İslâm’ın ve Risale-i Nur’un İstikbalini Tehdit Eden İşte Esas Tehlike: İlim Üretim Faaliyetine, Düşünceye ve Akla Düşmanlık” isimli yazımız vesilesiyle şöyle sormuş ve demiş:

“Ediz Hocam burayı nasıl anlıyorsunuz… Senin üzerine haktır ki: Her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir. Mektubat – 265”

Cevabımızın umuma faydalı olduğunu düşündüğümüzden buraya alıyoruz:

“Dikkat ederseniz bizim tarzımız hadise veya kişilere degil fikriyat uzerinde şekilleniyor. Karşıt fikrin çürütülmesi ve doğrusunun ortaya koyulması ise imana muhtaç milyonların hukukuna ve Risale-i Nur’un ve İslam’ın istikbaline temas eden ve onları tehdit eden meseleler olduklarından zaruridir. Bu ciddi bir vazife ve mesuliyet bizim için. Hadiseler ise bir nevi “dua saati” emsali vesilelik görevi görüyor.

Şöyle ifade edelim. Bizim de bu meselelerimizi ortaya koymak hoşumuza gitmiyor. Fakat mecburiyet tahtında ifade etmek durumunda kalıyoruz. Bununla birlikte bahsettiğimiz tehlike ve musibetin ve kör taassubun verdiği zarar, bizim bahsimizin mahsurundan onbinlerce kat daha fazladır. (Çok ciddi olarak söylüyorum ki, bu mesele böyle devam eder ve önü alınmazsa erken bir kıyametin kopmasına sebep olur. Bu kadar ciddidir bu mesele.) Biz elimizden geldiği kadar bunun önüne geçmeye çalışıyoruz. Dileriz ki bu hakikatleri ifade etmemizin hem hak hem de doğru olduğunu ifade edebilmişizdir.”

Bize cevaben şöyle denilmiş:

“Üstad her doğruyu her yerde söylemek yanlıştır…diyor..Siz durumdan vazife çıkartıp üstad gibi davranıyorsunuz, ihtilafi meseleleri tashih etmek, senin benim işim olmaz, olmuyor da zaten..Said Özdemir abinin dediği gibi, uhuvvet, muhabbet ihlas ve tesanüdü muhafaza gerektir.. Bir yanlislik varsa fiiliyatla tekzip yapılmalı ki yara yapmadan tedavi etsin….Her müşkül mesele de herkes fikir beyan ederse ne olur bi düşünün…”

Cevabımız:

“Verilen linklere bakmadınız mı? O vahim beyanatlar umuma açık yerde yapılmadı mı? O beyanlar hakkında eleştiri yapmayıp bunun yanlışlığını ortaya koyan bizde kabahat aramak uygun görünmüyor hocam. Ama herhalde şunu demesem içimde kalacak. İsterseniz gücenin. Yazacağım. Üstadın o sözünü düz mantıkla ve ezbere kullanmak yerine o sözün makamının burada kullanılmaya uygun olup olmadığını gerekçelerimizi ortaya koyduğumuz ifadelerden anlayıp bizi tasdik etmenizi dilerdik. Ama heyhat…

Şunu da demesem gözüm açık giderim: Talebe olmak üstadını papağan gibi neyi niçin söylediğini ve yaptığını bilmeden taklid etmek değildir. Bilakis talebe olmak üstadı gibi düşünüp, onun gibi davranmaktan çekinmemek ve insiyatif alabilmektir. Tabi müslüman olmaksa sorumluluk gördüğü noktada kendinden başkası yokmuşcasına sorumluluğun gereğini yapma bilincidir. Haddini bilmek bu noktalarda geçersizdir. Sussa, hareketsiz kalsa mesuldür. Olmayan vazifeyi çıkarmıyoruz yani…”

Bize cevaben:

“Bu zamanda hakka hizmet enaniyeti terk etmekle olur diyor üstad..Çok konularda ben de nerdeyse sizin gibi düşünüyorum…Ama bunu yolu yöntemi olmalı ki ihlasa muvafık olsun…İhlasın ikinci düsturu tenkid etmeyindir…Maalesef bizler buna uymuyoruz …Sonra haklıyız diyoruz…”

Bizim cevabımız:

“Ya Allahaşkına yapılan bir yanlışın yanlış olduğunu ve doğrusunu ortaya koymak gerekiyor. Nasıl olacak tenkid etmeden? Olmaz. Olamaz. Yine analiz yapmadan, gerçek hayatın gereklilikleriyle bağ kurmadan ihlas düsturunu olduğu gibi tatbik etmeye çalışıyorsunuz. Hayır böyle olamaz. Açın bakın üstadın talebelerini tenkid ettiği ve yanlışlarını ortaya koyduğu onca yer var. Üstad da mı ihlassızdı? Hayır, siz yanlış anlıyor ve tatbik ediyorsunuz. Fakat fikirler üzerinde değerlendirme yapıp şahıs ve hadiseler üzerinde durmayıp genel olarak bahsedilebilir. E biz de böyle yapıyoruz. Siz gerçekçi değilsiniz. Kendi çelişkinizi bize yansıtıyorsunuz.”

Bize cevaben:

“Ben risaleden söylüyorum.”

Cevabımız:

“??? Yahu izah karşıtları da risaleden söylüyor, İşid de Kurandan söylüyor??? İlle ezber diyorsunuz. Ama biz sizin gibi anlamak zorunda değiliz. Neyse… Burada duralım. Bir yere gitmiyor çünkü.”


3- Meselenin dile getirdiğimiz kadar ciddî olduğunu ve İslama ve Risale-i Nur’a çok zararlı, arızalı, hasta ruhlu insanlar ürettiğini ortaya koyan ibretlik bir vakıa:

İbret-i Alem İçin Buraya Gelip de Şu Yapılan Yorumu ve Verdiğimiz Cevabı Allah Rızası İçin Okuyun!

Yukarıdaki yazımız içinde yer alan “Vekillik Meselesinden Daha Önemli Sorunumuz Yok Mu” başlıklı bölüm için bize yapılan yorum:

“Sn ediz, yani siz diyorsunuz ki : Ben Bediüzzaman Said Nursi hazretlerini Üstadım olarak kabul ediyorum, fakat bu kabul ettiğim Üstad bediüzzaman her konuda ve her alanda erişilmez denilen makamlara erişmiş ve bu asrın insanlarınada bunları en üst düzeyde anlaşılır bi vaziyette aktarmış milyonların imanını kurtarmasına vesile olmuş , Allahın yüksek ilimlerle donattığı bir Alimdir, lakin yukarda Üstadım olarak kabul ettiğim bu vasıflara haiz olan bediüzzaman hz’leri kendisine vekil seçme konusunda (haşa) çok yanlış davranmıştır , bu kadar ilmi olan bi zat(bediüzzaman): nasıl olurda kendini temsil etme kapasitesi ve kimliği olmayan birini Mutlak vekilim olarak size bırakıyorum der.

Diyerek aslında Vekili üzerinden direkt olarak Vekili olduğu Üstad Bediüzzamana hakaret ediyorsun. Bu hakaretleri yapmana gerekçe olarakta : kendi tahsilini akademik ve entellektüel kimliğin olduğunu gösteriyorsun..

Ey Allahtan korkmaz! kuldan utanmaz sn ediz

Senin bu hezeyan ve hakarerleri savurman ve salyalarını Bediüzzaman ve Vekilimdir diye bıraktığı Hüsnü ağabeye doğru akıtman düpedüz senin ne Üstadla nede Risale-iNur’larla hiçbir alakan ve muhabbetinin olmadığının delilidir..

Çünkü hiçbir nur talebesi Üstadının tek bir lafını yere düşürmez , hele onun Vekilimdir Emanetimdir , onunla Konuşanı benimle konuşmuş sayarım dediği bir Mübarek evladını tahkir eden ancak ve ancak Risale-iNur’lara dolaylı yollardan saldıran zındıka türü komitelerin silik adamları olabilir.. Sizi tarziye vermeye davet ediyorum..

Sebebi ne olursa olsun

Yok ben bu hakaretlerimin arkasında durmaya devam ediyorum diyorsanızda.. Size içimden gelipte burada yazıya dökmekten kesinlikle utanmayacağım hakaretlerimi peşinen sunup.. Sizi: Adil-i Mutlak Allahu Azimüşşan Hazretlerine ve Arş-ı Azamla Bağlı Olan Risale-i Nurun Şahsı Manevisine Havale Ediyorum”

Şimdi Bizim Yazdığımız Yorumu Okuyun Lütfen:

“Şimdi siz bu aşağıya aldığımız ifadelerden bahsettiğiniz manaları çıkarmakta Allah’tan korkmuyor, kuldan utanmıyor ve büyük bir muhakeme ve edep örneği gösteriyorsunuz!!!

İnsaf edin, aşağıdaki ifadeleri kullanan birinin size cevap vermesi gerçekten gerekiyor mu?????

“Üstadın ilmî kimliğini temsil etme kabiliyet ve kapasitesi olmayan biri olarak görüyoruz ve ne yazık ki öyle de. (Keşke öyle olmasaydı biz de kendisiyle iftihar etseydik ama değil. Bu tabi ki onun suçu değildir. Sadece böyle bir özelliği yoktur o kadar. Herkesten herşey istenmez, beklenmez. O yöne zorla sevk etmek de herkese zulümdür. İhlasla Üstadımıza talebe olması ve Risale-i Nur’la olan hizmet ve bağı sebebiyle bizim için zaten manen en üst derecelerdedir. Ancak İslamî ilim nokta-i nazarında elbette değildir.)

Biz abimizi proje dosyalarını ve çözüm önerileri paketlerini resmi makamlara takdim ederken görmek isterdik elbet. Ama herşey herkesden istenmez. Hatta kendisinin Ankarada degerler egitimiyle ilgilenen kisiyle görüşmemizi söylemesini bir yönden hüsn-ü zan ile karşıladık. Çünkü bu abimiz üstadımıza halisen talebe olmuş fakat tahsili yok, entellektüel ve akademik bir boyutu olan biri degil, herhangi bir konuda mesela eğitim konusunda bir uzmanlığı da olan biri değil ki. Böyle hizmetlerin ondan beklenmemesi tabidir. Belki yalnızca bu yöndeki gayretleri tebrik, takdir, teşvik etmemesi ve destek vermemesi noktasında eleştirilebilir.

Fakat mutlak vekil tabiriyle sanki herşeyi her yönüyle düşünebilecek ve yapabilecek kabiliyette ve yeterlilikte bir insanmış gibi bu yaşı kemale ermiş abimizi öne sürmek, (abimizin bahsi geçen durumu malum olduğu için) açıkça onun vekil sıfatını kendi emelleri için kullanmaktan başka bir nokta ve gayeyle izah edilemez. Herhalde en iyi ihtimalle iyilik zannıyla fenalık etmek ve zarar vermektir. Fakat neticesi ve etkileri noktasında böyle bir davranış, Risale-i Nur camiamıza ve Risale-i Nur’un ve İslam’ın yüksek istikbaline yapılabilecek en büyük ihanet değil de nedir?”

Bu Cevabımıza Karşılık Olarak Yazılan Yoruma Bakın ve Dehşetle İbret Alın!

“Evet aynen öyle Mutlak vekil tabiriyle herşeyi her yönüyle düşünebilecek ve yapabilecek kabiliyet ve yetenektedir elhamdulillah

Böyle olmasaydı Üstad MUTLAK VEKİLİM DEMEZDİ”

Ve Son Noktayı Koyduğumuz Yorumumuzu Okuyun:

“Hakaretmiş! Üstadımız bu vasıftaki (yani neşriyat vs gibi konularda vekalet görevini yerine getirebilir ve samimi ve sadık fakat tahsili ve akademik bilgisi olmayan) birini ilmî kimliğini temsil etmek için mutlak vekil tayini elbette kayıtlıdır ve belli konular için geçerli olmalıdır diye mantıklı muhakeme yapılmıyor da!! Bu (söylenilen konularda, tahsili ve ilmî birikimi olmadığı halde) ve hatta her türlü konuda, herşeye yetemeyecek durumda olduğu açık olan bir insanı kayıtsız, şartsız her konuda vekil tayin ettiğine inanarak asıl siz Üstadımızın ferasetine hakaret ediyorsunuz! Farkında değilsiniz ama!!”


4- “Tamamen Hayalî ve Gerçekle Hiç İlgisi Bulunmayan Bir Hüsnü Bayramoğlu” isimli paylaşımımız:

Bir önceki 3 numaralı yazıdaki dehşet veren tablo, aşağıdaki metinlere anlam kazandırır ve bu nedenle kaleme alınmıştır.

Birilerinin hayalî bir Bediüzaman’ı sevdiği ve kabul ettiği gibi, birileri de tamamen hayalî ve gerçekle hiç ilgisi bulunmayan bir Hüsnü Bayramoğlu’nu sevmekte ve zihninde yanlış bir tasavvurla kabul etmektedir. Halbuki biz hata ve kusuruyla hakikî Hüsnü Bayramoğlu’nu sevip kabul ve hürmet ederiz. Fakat hata ve kusurlarına da göz yumamayız, kabul etmeyiz.

Bizim için İslamiyet ve akıl kaideleri esastır. Değil bir talebe, Risale-i Nur ve Üstad Bediüzzaman için bile bu böyledir. Bu kriterlere göre anlaşılmalı ve kontrolden ve süzgeçten geçirildikten sonra kabul edilmelidir.

Neden böyle olmalıdır biliyor musunuz? Risale-i Nur ve Üstad hatalı olabileceği ihtimaline karşı bir tedbir diye mi? Hayır, böyle bir ihtimal olmasa da lazımdır. Neden mi?

Çünkü süzgeçten geçirmeden aynen ve sorgulamadan kabul eden, gerçek maksattan çok farklı ve yanlış mana verip bambaşka hatalı bir şekilde anlayabilir de o nedenle. Ki çoklukla da olan bir şeydir bu. Eserlerin ruh ve manasına ve müellifinin kastına uygun düşmeyen ve eserlerin bütünlüğü içinde karşılığını bulamayacak ve onay alamayacak gerçek dışı bir mana, sorgusuz sualsiz direk kabulcü bir zihinde gerçek manasından başka bir şekil almakta hatta kendi fikriyatının istikameti paralelinde metin çarpıtılarak farklı bir mana verilebilmekte ve dahi daha da öteye geçilerek bir ifadenin başı ve sonu kesilip sadece kendi işine yarayan kısım, arzusu istikametinde servis edilerek öylece mana verilebilmektedir. Bunlar hep yaşanan vakıalardır.

Bu nedenle taklid değil tahkik, akıl ve hikmet esaslı olmak ve herşeyi İslamiyet kaideleriyle ve ölçüleriyle değerlendirmek rehberimizdir.

Aziz Üstadımızın şu sözleri kulaklarımızda çınlamalı:

“Aziz kardeşlerim! Üstadınız lâyuhtî (hatasız) değil. Onu hatasız zannetmek hatadır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla, hazineyi kıymetten düşürtmez. Hasenenin on sayılmasıyla, seyyienin bir sayılmak sırrıyla insaf odur ki: Bir seyyie, bir hata görünse de, sair hasenata karşı kalbi bulandırıp itiraz etmemektir.”

“Biliniz, kardeşlerim ve ders arkadaşlarım! Benim hatamı gördüğünüz vakit serbestçe bana söyleseniz mesrur olacağım. (sevineceğim) Hattâ başıma vursanız, Allah razı olsun diyeceğim. Hakk’ın hatırını muhafaza için başka hatırlara bakılmaz. Nefs-i emmarenin enaniyeti hesabına, Hakk’ın hatırı olan bilmediğimiz bir hakikatı müdafaa değil, alerre’si vel’ayn (baş göz üstüne) kabul ederim.” Tarihçe-i Hayat (s.207)


5- “İslam’a ve Risale-i Nur’a Böyle mi İyilik ve Hizmet Ettiniz?” isimli ve “Mutlak Vekillik ve İzah Karşıtlığı”nın asla hususî ve müzakere edilmemesi gereken bir mesele olarak görülemeyeceğini ve ağzı bozuk fanatikler üreten ve İslam ilim kültür birikimine ve düşünceye düşmanlık eden çürük meyvelerini ortaya koyan kısa ve uyarıcı yazımız:

​https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157947681874138

Ağzı bozuk fanatikler üreten ve İslam ilim kültür birikimine ve düşünceye düşmanlık eden “Mutlak Vekillik ve İzah Karşıtlığı” asla hususî ve müzakere edilmemesi gereken bir mesele olarak görülemez!

“Delil ve akıbete bakınız…” diyor Bediüzzaman.. Evet bakınız ve ibret ve dehşetle görünüz “Mutlak Vekillik ve İzah Karşıtlığı”nın çürük meyvelerini…

Düşünmenin yazılı ve sözlü ifadesini (izahı) yasaklayıp kötü gösterdiniz. Muhakeme kapısını kapatıp taklid yolunu açtınız. Risale-i Nur’dan başka kitap okumayı sadakatsizlik, kitap yazmayı ise hainlik ve ihanet olarak damgaladınız.

Güya “biz doğrudan Üstad ve Risale-i Nur’dan ders alıyoruz. İzah etmemekle ve ettirmemekle Üstadla aramıza kimseyi sokmamış oluyoruz.” dediniz ama kusurlu şahsiyetlerin ağzından çıkan vahim hataları bile “vekil” diye farkına varmaktan ve Risale-i Nur’un ölçüleriyle değerlendirmekten ve hatayı hata olarak görmekten ve söylemekten aciz ama hakaret etmekte çok cüretkar, fanatik mutaassıplar ordusu oluşmasına sebep oldunuz.

Halbuki bilemediniz ki, kimse gerçek manada doğrudan Üstad ve Risale-i Nur’dan ders alamaz. Çünkü kendi aklıyla anlamaya veya başkasının aklıyla anlamaya mecburdur. Kendi aklına göre anladıklarını veya anlamak istediklerini ya da ağabeylerinin dayattıkları manayı Risale-i Nur’un ve Üstadın esas maksadı zanneder, halteder. Hele de taklid ve taassup hastalığına bulaştırdığınız, tahkik mesleğinden habersiz birisiyse esas felaket orada başlar. Hiç olmayacak manalar ve maksadın tam zıddına ters yüz edilen çarpık ve hatalı çıkarımlarla güzelim Risale-i Nur o ellerde perişan ve davacı olur.

Şimdi İslam’a ve Risale-i Nur’a böyle mi iyilik ve hizmet ettiniz yani?


6- “Eski Said”in Eskimez Ruhu!” başlıklı ve Hüseyin Yılmaz hakkındaki iğrenç iftiralara karşı camiamızın sessiz kalması ve karışmaması talimatının bazı gruplarca verilmesinin vahim yanlışı ve her daim müspet hareket etmenin doğru olmadığı hakkında:

Aşağıda adresi mevcut yazıda Hüseyin Yılmaz hakkındaki iğrenç iftiralar ve tamamen doğru bile olsa ifşası kat’i surette Risale-i Nur mesleğine ve İslamiyet düsturlarına göre asla kabul edilemeyecek ifade ve iddiaların haber sitesinde halen yayında olması iki cihetle büyük bir utançtır:
 
 
1- “Müjdeler verir” sloganıyla ortaya çıkan ve Risale-i Nur eksenli haber sitesi olduğunu ifade eden bu sitede çamur seviyesinde ve şimdiye kadar sayamayacağımız kadar çok sayıda “Nefret söylemi” içerikli yazının yayınlanması ve bu çirkin iddialar içeren yazının hala sitede aynı şekliyle durmasıdır.
 
2- Risale-i Nur camiamız adına büyük bir utançtır ki, hakkı ifade etmekten çekinmemesi gereken ve haksızlık gördüğü yerde de susmaması gereken bu camianın değil itiraz etmek, bazı gruplarının kendi mensuplarından “konuyla ilgili hiçbir ortamda, hiç kimsenin, hiçbir şey söylememesini” istemesidir. (Bu istekte bulunan kıymetli ağabeylerim lütfen bu ifadelerimizden gücenmesinler. Fakat bunu yanlış gördüğümüzü ifade etmeliyiz. Sizin de maslahat adına iyi niyetle yaptığınızı biliyoruz elbette. Fakat bizim kanaatimize göre bunda maslahat değil mazarrat var!) Bundan anlaşılıyor ki, en azından ilgili yerlerin çıkartılmasına sebep olacak kadar bile bir tepkide bulunmayarak, büyük oranda sessiz kalmıştır camiamız. Gerçekten yazık! Fakat sizi tebrik ederiz, susarak zulme ortak olma günahını hiç zahmet etmeden sırtınıza yüklendiniz!
 
Siz müspet hareketi yanlış anlamışsınız beyefendiler ve muhterem ağabeyler! Hiç kusura kalmayınız!
 
Sadece “Yeni Said”den nasibi olmak, “Yeni Said” döneminde ve en hassas zamanlarda bile makamın gerektirdiği yerde, olması icap eden keskinlikte hakkı tutup kaldıran ve çekinmeden haykıran izzetli ve keskin cevapları için “Eski Said”e muvakkaten söz veren Bediüzzaman, “Eski Said”in eskimez, istikametli ve salabetli dik duruşuna her zaman ihtiyaç olacağını bize bildirmiyor mudur?
 
Evet, “Eski Said” olmadan “Yeni Said” eksiktir. “Eski Said”in eskimez ve izzetli ruhuna sahip olmayan bir nur talebesi bizim kanaatimizce üstadı gerçek anlamda anlamaktan da, onun yaşadığı gibi yaşamaktan da, İslam’ın izzetini çekinmeden ortaya koymaktan da çok uzak kalacaktır.
 
Evet, efendiler ve ağabeyler! Hep “hikmetli ve basiretli” olunmaz. Daimî olarak “müspet hareket” edilmez. Bazen hikmet, basiret ve müspet hareketin kendisi, kimin hatırının kırılacağını ve bunun sonuçlarının neler olacağını zerre kadar umursamadan cesaretle ve korkusuz ve tereddütsüz bir biçimde hakkı haykırarak ilan etmektedir, belki ta kendisidir.
 
Selam hakkı hak bilip hak olarak çekinmeden ilan edene ve haksızlığı haksızlık bilip kimin hatırı kırılırsa kırılsın diyerek umursamadan ve cesaretle hakikati ifade edene olsun!
 

7- “Risale-i Nur’u İnsanlığa Mal Etme Çabası: İzah Çalışmaları”nın fikrî alt yapısını ortaya koyan ve müdafaa edip gerekliliklerini dava eden ve bu meseleye ciddî temas eden “Mutlak Vekillik ve İzah Karşıtlığı” meselelerini ele alan inceleme yazılarıyla istediğimiz hizmetin ne olduğunu ortaya koyan önemli paylaşımımız:

Evet, mâlûmunuz olsun ki, bu türden (aşağıda verilen adresi ziyaret ettiğinizde şahit olacağınız) yazılar yazmakta ve çekinmeden ortaya koyup ilan etmekle istediğim hizmet budur:
 
İslâmiyette olan tarik-ı müstakîmi göstermekle sadîk-ı ahmak ünvanına lâyık olan ehl-i ifrat ve zahirperestlerin tevehhümlerini tard ve asılsızlığını göstermek ve asıl rehber-i hakikat ve Âlem-i İslâmiyetin ikbal ve ve istikbaline yol açan ve sırat-ı müstakîmde kemâl-i ümid-i zafer ile çalışan (veya çalışacak olan) muhakkikîn-i İslâm ve âkıl sıddıklara yardım etmek ve kuvvet vermektir!
 
 
Yazdıklarımız zaten mutaassıpları ikaz etmek ve istikamete davet etmektir ama bunda çok ümitli değilim. (Belki en azından keskinliklerinin törpülenmesine ve cüretkarlıklarının kırılmasına yarasa o dahi mühim bir hizmettir.) Belki hemfikir ve aklı esas alanlara kuvvet, dayanak, hüccet olurum ve kararsız ve bilgisizleri de vartalara yuvarlanmaktan tutup çekmeye vesile olur. Yoksa kuyu dibindekine sesimizi duyurabilmek de, duysa da maksadımızı doğru anlamasını ummak da çok zor…
 
“Siz durumdan vazife çıkartıp üstad gibi davranıyorsunuz, ihtilafi meseleleri tashih etmek, senin benim işim olmaz, olmuyor da zaten..” diyen birine cevabımızı buraya da yazalım ki, sen kendini üstad mı sandın diyen çıkmasın. (Bu arada üstadın her birinizi genç bir Said olarak görmek istiyorum dediğini hatırlatırız.)
 
Şöyle cevap vermiştik: “Talebe olmak üstadını papağan gibi neyi niçin söylediğini ve yaptığını bilmeden taklid etmek değildir. Bilakis talebe olmak üstadı gibi düşünüp, onun gibi davranmaktan çekinmemek ve insiyatif alabilmektir. Tabi müslüman olmaksa sorumluluk gördüğü noktada kendinden başkası yokmuşcasına sorumluluğun gereğini yapma bilincidir. Haddini bilmek bu noktalarda geçersizdir. Sussa, hareketsiz kalsa mesuldür. Olmayan vazifeyi çıkarmıyoruz yani…”
 

8- “Risale-i Nur’u İnsanlığa Mal Etme Çabası: İzah Çalışmaları” isimli ve “Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı”nın fikrî alt yapısını ve eğitim yaklaşımını ortaya koyan, çarpıcı çözümlemeler ve tespitler içeren inceleme yazılarından oluşan ve alanında dünya çapında bir ilk ve emsalsiz bir çalışma olan küçük kitabımız:

https://atomic-temporary-101453453.wpcomstaging.com/risale-i-nuru-insanliga-mal-etme-cabasi-izah-calismalari/


9- İslam tarihinin belki en aklî, en mantıkî, en mükemmel inceleme ve çözümlemelerini içeren bir eserden, nasıl oluyorsa İslam tarihinde görülmemiş derecede bir taassup çıkıyor.

Eserde kabahat aramak yersiz olur. Suçu insan kalitemizde rahatlıkla bulabiliriz çünkü.

Neden “alem-i İslam’ın kapısı, kilidi Türkiye’dir, burası açılırsa alem-i İslam da açılır” diyen üstad Bediüzaman’ın bunu demekteki sebebinin, “en problemli insan burada, burası düzelirse her yer düzelir” manasına geldiğini gözümüzle gördük, sağolsun bize tereddütsüz gösterdiler sağını solundan ayıramayan, din düşmanından zararlı kör taassup sahipleri. Bir de hariçten zarar veren, din düşmanı ajan ve komitelerden bahsetmezler mi! Sen dahilde varken, onlara ne hacet!!! “Bize hiç ihtiyaç bırakmıyorlar!” dediklerine ve keyiflerine baktıklarına emin olun!

(“problemli” kelimesi, sansürlenen ve çok sayıda olumsuz vasıf yerine kasten yerleştirilmiş, “bippp” vazifesi gören bir kelimedir.)


10- Risale-i Nur camiamızda dolaşan hurafevari söylentiler üzerine:

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157933575979138

“Böyle şeylere iltifat etmek ve meded ummak, tahkik mesleği için büyük utançtır. Heyhat.. Tembel ve mirasyedi ve hazır yiyici veledler oldunuz…. Bununla da kalmayıp mirası da taassupla yağmalayıp yakıp yok ettiniz. Üstünde dövünüp ağlayacağınıza kabahatinden habersiz, şuursuz bir çocuk gibi yaramazlığınızı görmüyor, suçu başkasında arıyorsunuz…”


11- “Mutlak Vekillik ve İzah Karşıtlığı” Hususî Bir Mesele Midir?

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157947467554138

Bazılarının tenkid ettiği çerçevede ve o noktada nurculuğun hususî bir meselesi olarak görülebilir belki, hatta o yüzden konuyla ilgili yalnız hususi olarak konuşulması da uygun görülebilir. Ancak bizim ele aldığımız ve temas ettiğini ifade ettiğimiz esas tehlike ve eleştiri noktaları tüm insanlığı, İslam’ın ve Risale-i Nur’un istikbalini ve imana muhtaç milyonların hukukunu ilgilendirdiğinden asla hususi bir mesele olarak değerlendirilemez.


12- Ağlanacak Perişan Halimize Gülmekle Karşılık Veriyoruz. Çünkü…

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157953151769138

İslamî kaidelere uygun olmayan hatalı ve gayr-ı İslâmî bir anlayışın yanlışlığını veye ilim üretimi ve taliminin gibi hem farz, hem makbul bir hizmet-i İslâmiyenin doğruluğunu ve gerekliliğini ispat için ne Risale-i Nur’dan, ne Üstad Bediüzzaman’ın veya talebelerinin hatıralarından delil getirmeye ihtiyaç yoktur ve olmaması gerekir.

Ne yazık ki İslâmiyetle tanışmadan Üstad, Risale-i Nur ve cemaatiyle tanışanlar ve 1400 yıllık İslâmî ilim-kültür birikiminden habersiz şekilde Nur dairesi içine girenler ve hatalı telkin ve yönlendirmelerle daire içine girdikten sonra da bu ciddi birikim ve ilim-irfan hazinesinden kendilerini nasipsiz bırakanlara en açık bir İslâmî kaideyi veya hatalı, gayr-ı İslâmî ve en tehlikeli bir fikrin bâtıl olduğunu gösterebilmek için mecburen bu yolla da hakikati ortaya koymaya çalışıyoruz.

Çünkü muhatabınız İslâmiyet lisanını bilmiyor, yalnız Risale-i Nur dilinden anlıyor! Ama gelin görün ki onu da yanlış anladığından bu yöntemle de ikna olmuyor! Gülmenin en yüksek derecesi ağlamak; ağlamanın en yüksek mertebesi gülmektir. Biz de bu perişan hale, ancak en yüksek perdeden gülmekle karşılık veriyoruz!


13- Ne Dediğimizin Farkında Mıyız?

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157953543419138

Birisi güya Risale-i Nur’u ve Üstad Bediüzzaman’ı koruyormuşcasına ve biz de “Risale-i Nur hakkında ileri geri yani aleyhte ve ona karşı” söz sarf etmişiz gibi bizi suçlamış ve 60 saatlik Risale-i Nur Eğitim Programı inşa etmiş, 7 seneden beri geceli gündüzlü maddi-manevi fedakarlıkla çalışan bir insan değilmişiz gibi, Risale-i Nur’un rakipsizliğini ortaya koymak maksadıyla Risale-i Nur’a rakip olacak eser yazmamızı isteyerek güya bize meydan okumuş yorumunda. (“Kur’an’ın benzerini getirin!” misali. Hay Allahım.)

Halbuki bizim meselemiz izah karşıtlığının yanlışlığını ortaya koymaktır. Risale-i Nur’a rakip eser yazmak değil! Neresinden nasıl anlıyorsunuz! Okumadan, anlamadan bu kadar uzun ve boş yazabilmek ciddi bir kabiliyet ister.

Bize karşı Risale-i Nur’u ve Üstad’ı boşuna müdafaa etmeye çalışmayınız efendiler! Bu konuda emin olun bizi geçemezsiniz!

Çünkü 7 senedir hayatımızı adadığımız tek ve büyük davamız ve (bütün hizmetlerimiz, akademik çalışmalarımız ve seminer formatındaki derslerimiz ve eğitim programımızla) gerçekleştirmek istediğimiz idealimiz: Risale-i Nur’u insanlığa mal etmek ve Risale-i Nur’un içindeki Kuranî ve imanî hakikatleri ilan ve takdim etmek, tanıtmak ve okunmasını sağlamak ve en nihayetinde Risale-i Nur’a nazar-ı dikkati çekerek Risale-i Nur’u kıymetli ve ciddî, ilmî ve akademik kıymeti yüksek bir eser olarak göstererek eserlerden istifade etmeye yönlendirmekten ibarettir.

Gülmekle karşılık verdiğimiz bu vahim yanlışların kasten ve bilerek yapıldığını tasavvur etmek istemiyoruz. Fakat bilirsiniz ki, davranışların neticesine niyetin tesiri ya azdır veya yoktur. Yazık ki ne yazık dersek haksızlık mı etmiş oluruz?

İslamiyete ve ilme ihanet pahasına, Üstad’ımıza ve eserlerine sadık olma iddiamız nasıl doğru ve hak bir dava ve iddia olabilir?

Bu çarpık, yanlış ve gayr-ı islami fikirleri kendi fikrimiz ve taassubumuz ve özel tercihimiz olarak ifade etmeye cesaretimiz yok da, Üstadı ve eserlerini kalkan yaparak ve onların arkasına sığınarak mı yoksa bu yakışıksız fikirleri bazen hataen bazen bilmeden dile getiriyoruz? Ne dediğimizin farkında mıyız?

Risale-i Nur’a odaklanmak ve onda ihtisas ve ona öncelik vermek başka konudur ve özel bir tercihtir, “herkes bizim üstadımızı dinlesin ve okusun, başka kimse hiçbir şey söylemesin ve yazmasın, başka kimseyi de dinlemesin ve okumasın” diye bir söz ise bu ümmetin karşısına çıkılıp söylenir mi hiç? Eğer söylersek veya bu manaya gelen beyanlarda bulunursak, bu asla kabul edilemez bir hezeyan olmaz mı?

Acaba böyle bir tavır, her şeyden evvel gerçekçi olmayan ve eser sahibine ve eserlerine fayda zannıyla zarar verdiren bir tavır değil midir?

(Tabiatıyla aynı mantık muhterem ve mübarek Hüsnü Bayramoğlu ağabeyimiz için de aynen geçerlidir. “Herşeyi, her durumda, her zaman en doğru ve isabetli olarak Üstad gibi düşünebilen ve yapabilen ve Risale-i Nur’la ilgili her konuda tek ve mutlak yetkili ve vekil bizim abimizdir!” derseniz bu insana iyilik mi etmiş olursunuz, iyilik zannıyla çok büyük bir fenalık mı etmiş olursunuz, haydi siz kendiniz vicdanınızla cevap verin.)

Ve yine tüm bunlar kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yalnız Hakk’ın hatırı kırılmasın hassasiyetiyle nezaketle ve fakat bütün netliğiyle ifade edilmesi gereken meseleler değil midir? Çünkü İslam’ın ve ilmin temel kaidelerine uygun olmadığını düşündüğümüz bu vahim derecede hatalı düşünceler, çok doğru ve uygunlarmış gibi büyük bir serbestlikle ve rahatlıkla her ortamda ve herkese karşı ilan ve iddia ediliyor.

Bu durum, hizmetimize ve Üstad’ımızın ilmî kimliğine büyük bir zarardır ve islamiyet nokta-i nazarında asla kabul edilemez.

(Bu iddia ettiğimiz hususu, hangi gerçek alime sorarsanız sorun, tereddütsüz aynını tasdik edecektir ve “Evet, böyle sakat bir anlayış İslamiyet ve ilme büyük bir ihanettir ve kesinlikle gayr-ı İslamîdir” diyecektir.)

Ey efendiler ve kardeşler ve abiler, ablalar! Biz Risale-i Nur’un ve Üstadın haysiyet ve hukukunu koruyoruz. İlmin ve İslamiyetin şeref ve haysiyetine zarar gelmesin diye çabalıyoruz. Bu arada düşünceye ve akla düşmanlık edenler karşısında, düşünceyi sözlü ve yazılı olarak ifade etme ve ilim üretme hakkınızı müdafaa ediyoruz. Eğer böyle bir hakkınız olduğuna inanıyorsanız tabi!


14- Son Dakika:

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157954675619138

Okuyanlar hatırlayacaklar. Bu çok önemli/temel yazı hakkında şöyle demiştik:

” Bu 13 parçalık mıhlarla sağlamlaştırılmış çelik yazıyı elde edenin karşısında durulabileceğini zannetmiyoruz. Tahminimiz muhalif fikriyattakilerin sanki böyle bir yazı hiç yayınlanmamış ve yokmuşcasına sessiz kalacaklarıdır. Ama ister istemez bir kısmının ifratları kırılacaktır. Bazısının ise tuz buz olacaktır. Belki bazısının insafa geleceğini bile rahmet-i ilahiyeden ümid edebiliriz. Bu temel yazı, ehl-i hakikate de kırılmaz, sarsılmaz bir dayanak olacak ve rehber görevi görecektir Allah’ın izniyle.”

Ve eklemiştik:

“Ancak olsa olsa insan suretinde tam ahmaklar ve fanatik muhakemesizler vicdansızca itiraz ederler. Onların itirazının ise böyle kuvvetli bir hakikat karşısında hiç ehemmiyeti yoktur.”

Evet, tam da tahmin ettiğimiz gibi oldu. Yazımız yayınlanalı 10 günden fazla zaman geçmesine rağmen muhalif fikriyatta olup da, tek bir muhakemeli, seviyeli, edepli, kardeşane ve (hatalı veya yanlış olması hiç önemli değil) akıl ve fikir temeline dayalı, delil ve gerekçeleri fikir düzeyinde ifade eden ve meseleyi mütala etme ve yazının başında talep ettiğimiz gibi fikir alışverişi üslubunda, ikna maksadıyla yazılmış tek bir iletişim veya yorum olmadı.

Muhalif yorum yazanların yorumlarının hemen tamamı ise, nefret söylemi, iyice okunmadan yanlış mana verme, üst sınırda bir fanatiklik, ağzı bozukluk ve muhakemesizlik ve kendi ezberini tekrar etmekle dolup taşıyordu.

Fakat bakınız bu tarzdaki muhalif yorumlardan sadece bir kaçından bahsedelim ve neler oldu bir görelim. Hem ibret alalım ve hem de ikaz ettiğimiz hastalığın ne kadar dehşet verici bir aşamada olduğunu açıkça anlayalım:

* Birisi şöyle dedi: “İnsanın duluğuna (kafasının içine manasını kastediyor) bir şeytan girmeye dursun, bir daha insan iflah olmaz derdi babam, şimdi bakıyorum ki Ediz kardeşimin duluğuna (kafasının içine) şeytan girmiş olmalı ki, Bazı felsefi düşüncelerin girdabına takılmış olmalı ki, yukardaki cümleleri sarf etmiş. Devamında “Risale-i Nur hakkında ileri geri yani aleyhte ve ona karşı” söz sarf etmişiz gibi bizi suçladı ve Risale-i Nur’un rakipsizliğini ortaya koymak maksadıyla Risale-i Nur’a rakip olacak eser yazmamızı isteyerek güya bize meydan okudu yorumunda. (“Kur’an’ın benzerini getirin!” misali.) Bunun için kullandığı cümleler şöyle: (Allah akıl fikir versin) “Bu asırda hangi eserin risalelere denk gelebileceğini düşünüyorsun asla bulamazsın. risalelere emsal olacak bir eser koy meydana görelim olur mu? kuran var deyip meallerle karşımıza çıkaçaksan hiç çıkma. çünkü meallerde öyle ayet mealleri var ki insanı dinden eder. işte bunun içindir ki risaleler bize yeter.”

Cevaben: “Bizim meselemiz izah karşıtlığının yanlışlığını ortaya koymaktır. Risale-i Nur’a rakip eser yazmak değil! Neresinden nasıl anlıyorsunuz! Okumadan, anlamadan bu kadar uzun ve boş yazabilmek ciddi bir kabiliyet ister. ” dediğimiz halde bir özür bile dilemeyerek ağzı bozuk ve üst perdeden, ukalaca cevap vermeye devam etti.

* Bir diğeri ve içlerinde en ağır hakaret tabirini kullanan: Şahsımız için “sokak köpeği” ifadesini kullanarak bir fanatik ve militan üslubuyla yazdığı ifadelerle güya Üstad’ın talebelerine havlıyoruz manasını kastetmiştir!

Cevabımız: El-cevab-ı ahmak-üs-sükut! (Ahmağın cevabı susmakla karşılık vermektir.)

* Bir diğeri Risale-i Nur cemaatini itham etmekle suçladı.

Cevabımız: Ne alakası var? Yanlışlar kişilerin sorumluluğundadır. Eleştirdiğimiz zihniyet ve yaklaşım tarzı malesef bulaşıcı bir hastalık gibi çok kimsede bulunuyor. Bir derd teşhis edilirse tedavisi kolay olur. Bu maksadla sizlere de iletmeyi uygun gördük. Lütfen hastalığı haber eden ve reçete sunandan değil, hastalıktan şikayet ediniz!

* Bir başkası: Üstad Bediüzzaman ve vekiline hakaret etmekle suçladı. Gerekçesi de şu akla ziyan ifadeler: “Bediüzzaman hz’leri kendisine vekil seçme konusunda (haşa) çok yanlış davranmıştır, bu kadar ilmi olan bi zat (Bediüzzaman), nasıl olur da kendini temsil etme kapasitesi ve kimliği olmayan birini Mutlak vekilim olarak size bırakıyorum der.” diye güya akıl yürütmüş! Ayrıca bizim gibi konuşan, ancak Risale-i Nur’lara dolaylı yollardan saldıran zındıka türü komitelerin silik adamları olabilirmiş! Ha bir de “içinden gelip de burada yazıya dökmekten kesinlikle utanmayacağı hakaretlerini peşinen sunduğunu” eklemiş!

Cevabımız: Be adam! O aklı tersinden kullanıyorsun bak biz nasıl kullanıyoruz ve ne diyoruz: “Bir insanın ilmî yeterliliği üst düzeyde olan bir alime mutlak manada vekil olabilmesi ancak onun yeterliliğine sahip biri olmasıyla mümkün olabilir. “Bütün talebelerin fevkinde diyerek değil” ifadeleri ve herhangi bir İslamî ilim tahsili ve uzmanlığı bulunmayan bir ilk okul mezununun vekil olarak karşımızda bulunması birlikte göz önüne alındığında; Üstadımızın vekaletten kastettiği mana ve muradının, “Risale-i Nur’un basım ve neşir işleri gibi sınırlı bir manayı” ifade ettiği ve “Risale-i Nur’la ilgili her türlü hizmet ve faaliyetler ile Üstad Bediüzzaman’ın ilmî kimliğini her manada temsil yeterliliği ve yetkisini” ifade etmediği kesin olarak anlaşılmaktadır. Zaten mutlak otorite ancak Allah ve resulüdür bunun dışında kalanların hepsi Allah ve Resulüne tabidir. Kim olursa olsun Kur’an, sünnet ve icma mizanına (alimlerin fikir birliği ölçüsüne) tabidir. “Mutlak vekilin her dediğini sorgulamadan ve ölçüye vurmadan doğru kabul edip yapmak veya yanlış dediğini yanlış görmek ve yapma dediğini yapmamak” şeklinde bir uygulama kabul edilemez. O halde Üstad’ımızın maksadı tam da böyle anlaşılmalıdır.

* Bir önceki yorum sahibinin son ve en parlak incisi:

“Evet aynen öyle Mutlak vekil tabiriyle herşeyi her yönüyle düşünebilecek ve yapabilecek kabiliyet ve yetenektedir elhamdulillah. Böyle olmasaydı Üstad MUTLAK VEKİLİM DEMEZDİ.”

(Bizim mutlak vekil tabiriyle sanki herşeyi her yönüyle düşünebilecek ve yapabilecek kabiliyette ve yeterlilikte bir insanmış gibi bu yaşı kemale ermiş abimizi öne sürmenin yanlışlığını dile getirdiğimiz yorumumuzun altına) böyle yazmış.

Cevabımız: El-cevab-ı ahmak-üs-sükut! (Ahmağın cevabı susmakla karşılık vermektir.)

*Bir diğeri: “Kim ne derse ne düşünürse ve dahi ne yazarsa eğer üstadımızın son vekili hüsnü ağabeyin açıklamalarına uyarılarına uymuyorsa o açıklamaların yazıların altında ilimden gelen ene vardır.”

Cevabımız: El-cevab-ı ahmak-üs-sükut! (Ahmağın cevabı susmakla karşılık vermektir.)

* MUHALİF YORUM YAPANLARIN ORTAK ÖZELLİĞİ: Üstün körü bir okumayla, manayı ve kastımızı anlamadan, kendi ezberini tekrar eden edepsiz, basit ve yüzeysel papağanlar gibi, gayr-ı islami fikirleri gayet doğru görerek gayet rahat ve kendinden emin hatta ukala ve küstah bir biçimde ve Risale-i Nur’a ve Üstadımıza yamayarak önümüze koymaları.

Öyle umuyoruz ki, ikaz ettiğimiz hastalığın ne kadar dehşet verici bir aşamada olduğunu herkes gözüyle görmüştür.


15- İmtihanın Önemli Bir Boyutu

(Çok mühim sırları açığa çıkaran ve konumuzla irtibatlı kıymetli bir parça olduğundan buraya eklemek istedik.)

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157959593704138

Bir mümin için bu dünya imtihanının önemli bir boyutu, bâtıl, gayr-ı İslami ve yanlış, hatalı yaklaşım ve zihniyet ve yaşam tarzlarını nerede ve kimde görürse görsün ve kim söylemiş veya yapmış olursa olsun tereddütsüz ve kesin olarak reddetmesi; bununla birlikte hak, İslamî ve doğru, istikametli yaklaşım ve zihniyet ve yaşam tarzlarını nerede ve kimin elinde görürse görsün ve kim söylemiş veya yapmış olursa olsun tereddütsüz ve kesin olarak tasdik ve kabul etmesi sorumluluğudur.

Aslında bu imtihan, akıl ve kalbindeki imanî hüküm ve inançların her daim kontrolden geçilmesini ve mevcut imanın tazelenmesini, pekişmesini veya aksi durumda yıpranmasını, zayıflamasını beraberinde getirir. O yüzden “İman ettik” demekle iş bitmez, bilakis yeni başlar.

Mümin dünyaca büyük gösterilmiş kişi veya doğru gösterilmiş bâtıl zihniyetlerin tamamını reddetmekle yükümlüdür. Dille söylenilen “La ilâhe İllallah-Allah’tan başka ilah yoktur” sözünün akıl ve kalpte gerçek anlamda doğrulanması ancak böyle gerçekleşir. Ayrıca müminin hakka taraftarlığı veya bâtılı reddetmesi, bir futbol fanatiğinin körü körüne, kayıtsız şartsız bağlılığından ayrı ve başkadır ve öyle olmalıdır.

Kendisinden istenen makbul iman seviyesine ve manevî dereceye ulaşan olgun ve bilinçli her mümin, manevî alandaki büyüklerin ağızlarından çıkması muhtemel ve çıkan hatalı yaklaşım ve hataları da, onlara olan muhabbet, hürmet ve şefkatini kaybetmeden görebilen ve reddedebilen gerçekçi kişidir.

Fani bir insanı olduğundan büyük ve yukarıda görmenin ne kendine, ne büyük gördüğü kişiye iyilik olmadığını, hayalî ve kusursuz gördüğü bir insanı sevmektense, hatalarıyla ve en gerçek haliyle sevip saymanın çok daha kıymetli ve (en küçük bir kötülüğünü gördüğünde sarsılmayacak) gerçek muhabbet olduğunun farkındadır.

Hatta birbirine muhalif olan ve birbirini inkar eden ve manevî mertebeleri yüksek iki şahsiyetin makamlarından düşmeden ihtilaf edebileceklerinin, çünkü herkesin hakikatin kendisine gösterilen ve doğru bildiği boyutuyla sorumlu olacağını ve hakikatin ise sabit değil, şartlara ve kişilere göre farklı hüküm ve şekiller alabileceğini de takdir edebilen ve bunu anlayışla karşılayabilen kişidir.

Hem gaflet ve iman, dalâlet ve hidayet dereceleri muhteliftir. Herkes dalâlet ve hidayetten hissesini aklen, kalben, hissen ve zevken farklı derecelerde alır. Bu nedenle manevî mertebesi yüksek müttakî ve hidayete mazhar bir müminin de pek çok konularda hakikatten sapması mümkün ve vakidir. O insan o konuda dalâlette kalmış, hidayet nuruna o noktada mazhar ve muvaffak olamamıştır denilebilir.

Muhakemesiz veya mutaassıp insanlar ise renk körüdürler! Bu mertebeleri ayırt etmezler ve bilmezler. Hatta onlar renk körü olanlardan bile daha beterdirler. Onlar için sadece iki renk vardır. Siyah ve beyaz! Eğer siyah değilsen beyazsındır. Eğer beyaz değilsen siyahsındır! Bu anlayıştaki bir renk körüne nasıl griden ve diğer renklerden bahsedebilirsiniz! Anlaması ve kabul etmesi mümkün müdür? İşte bunların durumları aynen böyledir…

Bu mühim sırlardandır ki, Resulullah, “Ameller niyetlere göredir.” demiştir. Evet, öyledir. Bu hüküm, ameli işleyen içindir. Fakat başkasının işlediği bir ameli red veya kabul yükümlüğünde olan mümin için de, “Şeriat zâhire (bir davranış veya durumun dışardan görünen şekline) göre hükmeder.” kaidesi geçerli kılınmıştır.

Bu çok mühim parçadan “Birbirinizle imtihan edileceksiniz.” sırrı ile “Ey iman edenler, iman ediniz!” ayetinin hükmü açığa çıkmış ve anlaşılmış olur.

Selam hakkı her şart ve durumda hak bilip hak olarak kabul ve tasdik edenlere ve bâtılı kimin elinde olsa ve ağzından çıksa bâtıl bilip, çekinmeden reddedenlere olsun!


16- Risale-i Nur’un Sadeleştirilmesi ile İlgili Tartışmaların Kapısı Tamamen Kapatılmıştır! Lütfen gereksiz yere açmayalım!

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157959593704138

(İzah karşıtlığı meselesiyle doğrudan ilgili ve çok önemli bir yazı olduğundan buraya almayı çok uygun ve gerekli gördük. Çünkü izah karşıtları önceden sadeleştirmeye karşı çıkıyorlardı. Bu mesele çözülünce bu sefer her türlü izaha karşı çıkmaya başladılar ve asıl niyetlerinin düşünceye, akla ve ilim üretimine düşmanlık olduğunu deşifre ettiler!)

Nasıl mı kapatılmıştır? Sadeleştirilen eserlerin toplatılması ve telif hakkının sınırlı kişi ve kurumlara verilmesiyle mi? Hayır! Çünkü bu sadeleştirmeyi engeller. Bu tartışmaları ve ortada mevcut olan ihtiyacı yok etmez.

Kapı kapanmıştır çünkü bu konudaki ciddî sıkıntıyı giderip, ihtiyacı güzel bir şekilde karşılayan alternatif bir çalışma ortaya koyulmuştur. Lütfen içeriye buyrun!

Çok kıymetli kardeşler!

Bazı ortamlarda hala Risale-i Nur’un sadeleştirilmesinin tartışıldığına şahit oldum ve üzüldüm. Çünkü ortamdaki nur talebesi ve çalışmalarımızdan haberdar bir kardeşimiz sadeleştirmenin uygun olmadığını ifade eden bir paylaşım yapmış ve insanlar da buna tepki göstermişler. Fakat artık böylesi tartışmaların kapısı tamamen kapatılmıştır.

Evet, artık iki aşırı uç olan sadeleştirme ve okuyucuya yardımcı olacak hiç bir çalışma yapmadan orijinal metni tek alternatif olarak göstermenin ortası var: Orijinal metin entegreli ve asıl metni anlayarak okutan Risale-i Nur izah metinleri ve Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim programı.

www.risaleinuregitimprogrami.com

www.kesifyolculuklari.com

Çalışmalarımızdan haberdar olan ve böylesi ortamlara sebep olan veya bu tarzdaki tartışma ortamlarında izah çalışmalarımızdan hiç bahsetmeyen ve tavsiye etmeyen kardeşlerimize aşkolsun diyoruz. Olacak iş mi bu yaptığınız?

Sadeleştirmeye alternatif olan izah çalışmalarımızın ve Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın varlığından haberdar etmek ve tavsiye etmek yerine bu yaptığınız paylaşımlar veya sadeleştirme ile ilgili tartışma zeminleri iş midir? Hizmet midir? Hiçbirisi değildir. Ancak size gönül koymamıza sebep olmaktır.

Niye insanları yerinden hoplatıyorsunuz ki? Elbette tabii olarak tepki gösteriyorlar. Haklılar. Çünkü bu konuda ciddî bir sıkıntı ve ihtiyaç var. Fakat bu sıkıntının artık kalktığını ve ihtiyacın en güzel bir şekilde karşılandığını insanlara haber vermek mesuliyeti, (özellikle izah çalışmalarına da taraftar bir kardeşimiz iseniz) sizin üstünüze vazifedir. Aksi durum gerçekten akla ziyan bir durum olup, izah çalışmaları varken hala daha sadeleştirmeye karşı çıkmakla uğraşmak gerçekten bu hizmete zarar vermek demektir. Bunu size önemle haber veriyoruz.

Konuyla İlgili Kaynak Yazı ve Videolar:

1- Konu münasebetiyle neden Risale-i Nur’un sadeleştirilmesinin uygun olmadığının ve neden eğitim programımızda uygun bir yöntem olarak görülmediğinin ve tercih edilmediğinin sebeplerini izah ettiğimiz videomuzun adresini aşağıya alıyoruz:

Video Adresi: https://youtu.be/5KC0oj_IiO8

Bu seminer videosunda, başlıktaki soruya cevap bulmanız ve bu muhteşem eserleri neden orijinal üslubuyla okumanız gerektiğini tam manasıyla anlamanız dışında, Risale-i Nur’u farklı yapan unsurun ne olduğu; dil ve üslubunun aslında “Osmanlıca” değil “Kur’ânî bir lisan” olup, nasıl esrarlı bir dünyaya davet ettiği; dünya çapında ve her tabakadan okuyucu kitlesine hangi sebepten ulaştığı; ana dili başka olan birçok insanın Risale-i Nur’u aslî metninden okuyabilmek aşkıyla neden Türkçe öğrendiği; Risale-i Nur’un dilinin tarihimiz, kültürümüz ve dinimizle aramızda kurduğu köprünün vazgeçilmezliği hakkında da ciddî fikir sahibi olacaksınız.

2- İzah çalışmalarının gerekliliğini en açık ve süpheye yer bırakmayacak bir şekilde ortaya koyan, “Risale-i Nur ‘Anlaşılmaz’ Değil, ‘Zamanla ve Gayretle Anlaşılabilen’ Bir Eserdir” isimli yazımız ve seminer videosunu tavsiye ediyoruz ve diyoruz:

Evet bir kişinin bu çok kıymetli eserleri, zamanla ve gayretle ve kendi kendine anlaması mümkündür ve vakidir. Ancak bizim yazımızda ele aldığımız meselenin, iki noktada farklı bir makamı vardır. Kendi başına okuyanın daha iyi anlaması ve yeni başlayanın daha çabuk ve kolay bir şekilde intibak edebilmesi için yardımcı olmak her şekilde mümkün olduğundan, bunun yöntemlerine itiraz etmemek ve taraftar olmak gerekliliği hakkındadır. Detaylar ve gerekçelerimiz yazımız ve videomuzdadır. (Yazı ismine tıklayabilirsiniz. Seminer videosu da yazının altındadır.)

Yazı İsmi: Risale-i Nur “Anlaşılmaz” Değil, “Zamanla ve Gayretle Anlaşılabilen” Bir Eserdir (İzah Çalışmalarının Gerekliliği)

3- “Risale-i Nur Dersi’nde İfrat ve Tefritten Uzak, İzahlı Ders Tarzı” isimli kaynak yazımızı da paylaşalım ki mesele tam tamamlanmış olsun. İzahlı dersin bizim makbul görüp kabul ettiğimiz olması gereken şekli ise yazımızda detaylarıyla ortaya koyulmuştur. Yazı metni içinde Said Özdemir Ağabey’in hayran kaldığı ve misafirimiz olduğu ve “Sen bizim hayallerimizi gerçekleştirmişsin” dediği Risale-i Nur Eğitim Programı dersimize ait videonun adresi de ayrıca verilmiştir. Ayrıca Eğitim programı derslerimizi sistematik olarak takip edebileceğiniz adres de eklidir. İncelemenize havale ediyoruz. (Yazı ismine tıklayabilirsiniz. Seminer videosu da yazının altındadır.)

Yazı İsmi: Risale-i Nur Dersi’nde İfrat ve Tefritten Uzak, İzahlı Ders Tarzı


17- “Risale-i Nur Eğitim Programı Derslerimiz ve İzah Metinlerimiz, Umumi Derslerde Risale-i Nur Yerinde Okunsun, Okunmalı” Diyemez Miyiz?!!

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10157962862464138&set=a.40639719137&type=3&theater

(Yine izah karşıtlığı meselesiyle doğrudan ilgili ve çok önemli bir parça olduğundan buraya almayı çok uygun ve gerekli gördük. Çünkü izah karşıtları Risale-i Nur’un okunduğu bir derste izah yapılmasını, sanki başka bir şeymiş gibi görüyor ve gösteriyorlar!)

Not: Umumî ve hususî Risale-i Nur Dersleri ve Kitap Okuma Programları İçin Bir Tekliftir. İlgililerin dikkatine arz edilir ve ilgililere ulaştırmanız da rica olunur!

Cevabımız: Hayır efendim, öyle değil! Pekâlâ diyebiliriz, deriz ve diyoruz! Nasıl mı? İşte buyrun:

(Aşağıda verilen “kurulması gereken doğru ve isabetli cümle”ye lütfen dikkat!)

Aslında bu garip soruda bir mantık hatası olduğunu belki siz de fark etmiş olmalısınız fakat biz yine de konuya açıklık getirelim. Çalışmalarımız hakkında bir kardeşimiz şöyle demiş:

“İlk zamanlardan beri çalışma ve paylaşımlarını takip ediyor, kendi sayfalarımda paylaşıyorum. Risale-i Nur’a merak ve alakası olanlar için elbet çok güzel ve istifadeli; öyle kişilere tavsiye ediyoruz. Umumi derslerde risale-i nur yerinde okunsun, okunmalı diyemeyiz.”

Verdiğimiz cevabın herkese faydalı olduğunu düşünüyoruz:

“Öncelikle bu cümlede çok ciddî bir mantık hatası ve yanlış var. Sanki bizim derslerimiz ve Risale-i Nur birbirinden ayrı ve farklı bir şeymiş gibi ifade edilerek bunun onun yerine okunması teklif edilmez denilmiş. Bu söz tamamen yanlıştır. Çünkü bizim Risale-i Nur egitim programı derslerimizde, önce Risale-i Nur’un asıl metni okunuyor, sonra bu metne ait izah metni okunuyor. Bu nedenle böyle bir cümle tamamen manasız oluyor! İnsana, acaba bu kardeşimiz bizim tek bir ders videomuzu izlememiş ve eğitim kitabımızdan bir tek bölüm okumamış mi ki, çalışmanın mahiyetinden habersiz biri gibi böyle yanlış bir cümle kurmuş dedirtiyor! (ilk zamanlardan beri takip eden biri böyleyse dışardan bakan diğerlerini tasavvur bile edemiyoruz!)

Dolayısıyla kurulması gereken doğru ve isabetli cümle şudur:

“Risale-i Nur Eğitim Programı derslerimiz ve izah metinlerimiz, belirlenecek zamanlarda ve bir program dahilinde umumi ve hususî derslerde okunmalı ve mümkünse görsel destekli olarak sunulmalıdır. Özellikle kitap okuma programlarında kısa zamanda çok mesafe aldıran ve insan yetiştiren sistematik bir eğitim programı ve yoğunlaştırılmış, hızlandırılmış bir kurs mantığı içinde muhakkak surette tatbik edilmelidir.”

Herkes bilmelidir ki: Risale-i Nur Eğitim programı derslerimizin ve eğitim kitabımızın en ayırt edici özelliği, Risale-i Nur’un metni ile birlikte izah metninin de birlikte sunulması ve eser metninin üçte bire yakın bir oran teşkil etmesidir. Esas özelliği ise eser metnini anlayarak okutan ve farklı mana açılımlarına kapı açan ve “ancak iki metnin birlikte okunmasıyla ortaya çıkacak bir bütünsel yapı oluşturularak okuyucuyu asıl metni de okumaya yönlendirmek için, izah metni asıl metni okutmaya yönlendirecek kadar eksik bırakılmış” bir şekilde özel olarak inşa edilmiş olmasıdır.

Derslerimizde asıl metnin tamamı kısa izahlarla ve gerekli kelime karşılıklarıyla metnin hakkını verecek şekilde tamamen okunuyor, asıl metin asla dağıtılmıyor, ihmal edilmiyor ve arkasından bütünlüğü koparmayacak noktalarda yer verilen izah metinlerinde de tam eserlerin kıvam ve üslubuna uygun tarzdaki izahlar yazılı metne dayalı olarak okunuyor, (böylelikle şahsa bağlanılmıyor) ve görsel ve videolarla takviye ediliyor.

Aslında tam bir Risale-i Nur dersi! Başka ve farklı bir şey değil asla! Sadece disiplinli ve ciddî bir şekilde ön hazırlık yapılmış ve yazılı metne dayalı izah metinleriyle birlikte sunuluyor. O derece ciddi bir hazırlık var ki, kelime karşılığı verilecek kelime ve kavramlar ve verilecek karşılığın ne olacağı önceden belirleniyor. Okuma, dinleme ve tefekkür akışını bozmayacak sınırlı adette kelime seçiliyor. Manası verilecek kelime ve kavramlar 3 kriterin birlikte değerlendirilmesi ile seçiliyor: “1- Kelime veya kavramın asıl metni anlamaktaki kritik önemi, 2- Kelimenin Risale-i Nur’un genelinde ne kadar çok geçtiği ve 3- Ne kadar önemli bir kavram olduğu”

Herkesin şunu bilmesini isteriz ki, bizim yaptığımız da tam bir Risale-i Nur dersidir. Sadece üstünde ciddî hazırlık yapılmış ve bir standart kazandırılmış etkili ve yenilikçi bir tarzdır. O kadar. Yani fazlası var. Eksiği ise hiç yoktur.

Bunun için “O, bunun yerine okunsun diyemeyiz” cümlesi yanlıştır. “O, bu zaten! Başka ve farklı bir şey değil ki!”

Bunlar onlara köprü olsun diye zaten. Yerini alsın diye değil! Bu izahlı ders tarzı ara belirlenecek zamanlarda veya özel kitap okuma programlarında rahatlıkla uygulanabilir. Derhanelerde veya umumî derslerde uygulama alanı yoktur diyemeyiz. Sadece önemi anlaşılmadığından veya taassuptan uygulanmıyor. Yoksa neyine karşı çıkacaksınız ve neyi mahsurludur ki!? İçindeki ve en önce okunan Risale-i Nur’un orijinal metni mi, eserlerin kıvam ve üslübuna uygun olarak hazırlanmış, yazılı metne dayalı ve akademik bir standart getirilmiş izah metinleri mi? Tefekkür ufkunu açan görsel ve videolar mı? Metin vurguları ve konu anlatımlı şemaları mı? Hangisinin “Bunların dershaneye girmesi sakıncalıdır”! denilebilecek zararlı ve mahsurlu mahiyeti vardır!? Dediğimiz gibi bu ders tarzı, her zaman mutlaka böyle uygulanmalıdır diye şart koşmadığımız faydalı ve çok güzel bir tarzdır. Klasik bir Risale-i Nur dersinden fazlası vardır, eksiği yoktur.

Zaten izahlı dersle ilgili aşağıdaki yazımızda, mutlaka her zaman tek bir tarzda yapılmalı dememişiz. Fakat birileri için her zaman izahsız ve tek bir tarz vardır. Biz de bu katı dayatmayı reddediyoruz. Neden ille böyle olmak zorunda olsun ki?

“Risale-i Nur Dersi’nde İfrat ve Tefritten Uzak, İzahlı Ders Tarzı” isimli kaynak yazımızı da paylaşalım ki bu mesele tam tamamlanmış olsun. İzahlı dersin bizim makbul görüp kabul ettiğimiz olması gereken şekli yazımızda detaylarıyla ortaya koyulmuştur.

Yazı metni içinde Said Özdemir Ağabey’in hayran kaldığı ve misafirimiz olduğu ve “Sen bizim hayallerimizi gerçekleştirmişsin” dediği Risale-i Nur Eğitim Programı dersimize ait videonun adresi de ayrıca verilmiştir. Ayrıca Eğitim programı derslerimizi sistematik olarak takip edebileceğiniz adres de eklidir. İncelemenize havale ediyoruz. (Yazı ismine tıklayabilirsiniz. Seminer videosu da yazının altındadır.)

Yazı İsmi: Risale-i Nur Dersi’nde İfrat ve Tefritten Uzak, İzahlı Ders Tarzı


18- Muhakkak Maslahat, Mevhum Mazarrata Feda Edilmez….

(Kesin olarak faydalı olan bir iş, gerçekte olmayıp var sanılan, var diye düşünülen zararlara feda edilmez.)

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157964097649138

Bir kardeşimiz 17 numaralı ve bir üstte yer alan yazıdaki teklifimiz hakkında şöyle yorumda bulunmuş. Bu tarzda gelecek bir itiraza cevap verilmesi için güzel bir vesile oldu. Önce yorumunu sonra teklifimizi yazalım. Sonra da cevabımızı yazalım.

“Ediz Sözüer kardeşim, Bu tarz ve anlayış zamanla su-i istimale açık ve problemli bir yaklaşım. Zira birisi çıksa benim de bu konuda çalışma ve ilmi eserlerim okunsun ,istifade edilsin dese;yada birisi dese ki nasıl olsa bu da Risale-i Nurun izah ve anlatımları,bunu anlamak daha kolay, Risale-i Nuru okumaya ne gerek var dese ne diyeceğiz ve ne yapacağız? Al sana bir problem ve fitne. Kaldıkı geçmişte bu tarzı malum yapı kullandı;nasıl mı, resmî ve göstermelik bir bölüm ve kısım okudular arkasından malum zatın buna dair fikir ve yorumları okunmaya geçildi. Şimdilerde de bazı yerlerde Risale-i Nurdan önce hadis ve fıkıh gibi dersler okunsun diye eski köye yeni âdetler çıkarıyorlar. Ben şahsen 35 senedir bir çok grubun derslerine katıldım ve gördüm ;ne böyle bir adet ve nede böyle bir uygulama görmedim. Üstadımızın yanında onun usul ve tarzını bilen ve gören abilerimiz den bu dersler böyle gelmiş ve kabul görmüş.”

“Zamanla su-i istimale açık ve problemli bir yaklaşım” olarak nitelendirilen teklifimiz şuydu:

“Risale-i Nur Eğitim Programı derslerimiz ve izah metinlerimiz, belirlenecek zamanlarda ve bir program dahilinde umumi ve hususî derslerde okunmalı ve mümkünse görsel destekli olarak sunulmalıdır. Özellikle kitap okuma programlarında kısa zamanda çok mesafe aldıran ve insan yetiştiren sistematik bir eğitim programı ve yoğunlaştırılmış, hızlandırılmış bir kurs mantığı içinde muhakkak surette tatbik edilmelidir.”

Şimdi cevabımıza geçiyoruz:

Pek alışık olup şahit olmadığınız için pek tanıdık gelmemiş olabilir fakat ilmî hürriyet böyle bir şey! Ve evet, sadece “birine” değil, “herkese” o ilmî hürriyeti İslamiyet ve Allah veriyor. Kimseden icazet almaya da muhtaç değil. Kapı açıktır, dileyen ve kendine güvenen teşebbüs edebilir. Zamanında kıskançlık damarıyla Risale-i Nur’ları yakan şeyhler ve hocalara benziyor şimdiki mutaassıp zihniyet. Bizim Risale-i Nur camiasında da bazı kimseler kendine ve Risale-i Nur’a demek tam güvenmiyor ki, herkesin başına vurup en tabii hakkı olan ilim üretim ve ifade hakkını hem de Üstad ve Risale-i Nur namına gasp etmeye çalışıyorlar. Bahsettiğiniz şeyler, aksi alternatifin (yani her türlü sözlü ve yazılı izaha karşı olmanın) hal-i hazırda devam eden tahrip ve zararı karşısında pek ehemmiyetsiz bir şey. Hem çaresiz değil ve bir şey olmaz merak etmeyin. Ama siz esas tehlikeden hiç korkmuyor, onun zararını ortaya koymamıza rağmen tam idrak etmemiş görünüyorsunuz. “İslâm’ın ve Risale-i Nur’un İstikbalini Tehdit Eden İşte Esas Tehlike: İlim Üretim Faaliyetine, Düşünceye ve Akla Düşmanlık” isimli yazımızı bir daha dikkatle tetkik etmenize havale ediyoruz:

Devam ediyoruz. Biz ise hem kendimize ve hem çalışmalarımıza (mecazi tabirdir, inanç manasında, yoksa nefse güven değil, Allah’a güven esastır) güvenimiz tamdır ki bakın “Risale-i Nur’u İnsanlığa Mal Etme Çabası: İzah Çalışmaları” yazımızın başında ne yazmışız:

“Öncelikle bu konuda sahip olduğumuz ve kuvvetle inandığımız bir kanaatimizi şöyle ifade etmek isteriz: Sadeleştirmeye alternatif olacak ve Risale-i Nur’un daha iyi anlaşılmasına, toplumun bütün kademelerine mal edilmesine ve tesir sahasının genişletilmesine hizmet edecek izah çalışmalarının, birçok farklı mizaç ve kabiliyetteki gönüllü insan tarafından çok sayı ve çeşitlilikte ve tam bir ilmî hürriyet içinde ve hizmet hissiyatıyla ortaya koyulması gerekmektedir.

Bu yöndeki çalışmalar, samimiyetle teşvik edilmeli, ciddiyetle sahip çıkılmalı ve Risale-i Nur’larla tanışmak isteyenlere ve eserleri yeni okumaya başlayanlara Risale-i Nur’a gönül verenlerce tavsiye edilmelidir diye düşünüyoruz. Bu alanda yapılacak çalışmalar, hakikatte o çalışmayı ortaya koyanların olmayacaktır. Yani onların sırf şahsî malı ve kendi eserleri olmayacaktır. Kendi başına ortaya çıkmış bağımsız bir kitap da (veya belgesel, video, film vs.) olmayacaktır.

Nasıl ki Üstad Bediüzzaman (R.A.) eserlerinin Kur’ân’ın malı ve meali, manası olduğunu samimiyetle itiraf eder ve ehl-i imana bu yönüyle sahip çıkmaya davet eder. Bizim de inancımız, böyle çalışmaların Risale-i Nur’un malı ve manası olduğudur. Çünkü Risale-i Nur’daki hakikatleri tasdik eden, ispatlayan, ona kuvvet ve revaç verecek bir mahiyette olacaklardır. Şahısların ve şahsî kabiliyetlerin çok ötesinde bir anlam ve kıymet taşıdığına ve o kıymetin sahiplenmeye ve destek vermeye değer olduğuna inanıyoruz. Eğer Risale-i Nur olmasaydı böyle eserler ortaya çıkamayacaktı. Bu nedenle Risale-i Nur’a gönül vermiş insanların, (eksiğiyle-kusuruyla ortaya koyulmuş) bu tarz çalışmalara Risale-i Nur’un (dolayısıyla imanın ve Kur’ân’ın) hakikatleri olduklarından, kendi malları gibi sahip çıkmamaları için hiçbir neden yoktur diye düşünüyoruz.”

Tekrar kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bahsettiğiniz manada hiç korkmaya, çekinmeye gerek yoktur. Asıl korkulacak olanı yazdığımız yazının adresini de yukarda verdik. Artık onu da anlayıp kabul etmesi size havale. Bakın Üstad ne yazmış: “İstemeyerek işittim ki: Eser yazan ve Nur’dan çalan resmî büyük zâtlar diyorlar: “Risale-i Nur’u okuyabilirsiniz, başkasına vermeyiniz.” Güya Nurlar onların eserlerini setrettirecek. Halbuki Nurlar, o eserlerdeki hakikatları tasdik eder, onlara kuvvet ve revaç verir.” Emirdağ Lahikası-1 (S.258)

Görüyor musunuz? Eski hocaların ve birilerinin Risale-i Nur’a yaptığının aynısı, şimdi güya Risale-i Nur namına sadık nur talebesiyim diyenler tarafından Risale-i Nur izah çalışmalarına yapılıyor! Güya onlar Risale-i Nur’un okunmasına sed çekecek! Halbuki aynı mana ve hakikate hizmet ettiklerinden (hele de bizim çalışmamız gibi üçte biri Risale-i Nur’un kendi metni olunca) Risale-i Nur Eğitim Programı’mız, Risale-i Nur’daki hakikatları tasdik eder, onlara kuvvet ve revaç verir.

Dostum, bu yol (izah karşıtlığı) yanlış yol. İslam medeniyeti böyle değil. İslam da böyle değil. İslam ve medeniyeti hiç bir felsefe, din ve bilimden korkmamış, bilakis kucaklamış. Sınırsız bir ilim hürriyeti ile gerekli olanlar alınmış, istifade edilmiş ve işe yarar olanlar kullanılmış ve hamur kıvamında yoğrulmuş, İslam medeniyeti öyle çıkmış. Yoksa Kuran’ın habire ezbere ve aynen okunup tekrarıyla o medeniyet ortaya çıkmamış. Onun üzerinden yapılan ilim üretimleriyle büyük bir coğrafyaya maddeten ve manen hâkim olan bir medeniyet inşa edilmiş. (Bu İslam medeniyeti fetihlerle inşa edilmedi, bahsettiğimiz şekilde inşa edildi. Bunu da bilmeyen varsa lütfen doğrusunu öğrensin. Çok rica ediyoruz. Hele ki bu ilim ve medeniyet çağında elbette manevî fetih ve inşa daha da fazla esastır.)

Kardeşim eğer yine bir İslam, Kuran medeniyetinin ve kendine has bilim felsefesinin, anlayışının inşasını istiyorsak, bu olacaksa, 1400 senelik İslam ilim mirasının, kültürünün, birikiminin süzülerek bize emanet edilmesinden ibaret olan Risale-i Nur’un aynen tekrarıyla olmayacak bu iş! Neye mani ve sed hatta duvar olunduğunun farkında mısınız? Biz bu tarz yaklaşımlara çok şaşırıyoruz. Asıl problemli yaklaşım bu yaklaşım değil midir? Hem İslam, Kuran medeniyetinin hayat ve medeniyet sahasındaki inşası noktasındaki vazife nur talebelerinin şahs-ı manevîsine havale edilmemiş miydi? İslam’ın ve Risale-i Nur’un esas sahibi bu şahs-ı manevî değil midir ki, bu alandaki bütün vazifeler Hz. İsa ve cemaatine havale edilsin? Eğer gerekçe buysa bu gerekçe bir müslüman ve nur talebesi için utanılacak bir yaklaşım değil midir? Yazık, çok yazık… Uyanın.. Dehşet içinde titreyerek kendinize gelmeniz vakti çoktan geçti ama hala uyanmamakta ısrar ediyorsunuz. Uyanmalı…

Size mahrem olarak da şunu diyelim. Siz uzaktan konuşuyorsunuz. Biz 7 senedir bu işin içindeyiz. Bu iş öyle kolay değil. O dediğinizi öyle serbestçe kimse gelip de cemaatin içinde (veya dışında) yapamaz. Eğer bu o kadar kolay bir iş olsaydı buna en çok hakkı bulunan ve kanaatimizce alanında tek alternatif olan eğitim programımız dershanelerde okutuluyor olurdu! Normal şartlarda milyonların okuduğu ve büyük büyük cemaatlerin sahip çıktığı bir eserle ilgili yazılan bir kitabın ve yapılan bir çalışmanın, o nispette müşterisinin de çok olması beklenir değil mi? İşte bu noktada bizim camiamız için bu kıyas tam tersine işliyor! Maddî-manevî size destek verilmiyor, teşvik ve destek görmüyor, yalnız bırakılıyorsunuz, eleştirenler acımasızca eleştiriyor, taraftarlar ise sadece uzaktan izliyor! Biz 7 senede hep maddî-manevî fedakarlıkla devam ettik. Ve bahsettiğiniz gibi bir tehlikenin de vücuda gelme fırsatı bulamayacağını kendimizden bildik, buna inanın!

Diğer taraftan “bırakın Risale-i Nur’u, ona gerek yok, bakın bu anlaşılır izahları okuyalım” diyen olursa buna itibar eden olmaz. Hadi olması ihtimaline karşı şunu deriz: Böyle bir teşebbüste bulunmak, hem bu kişinin tabii bir ilmî hürriyetidir, hem de burası imtihan dünyasıdır. Fakat bakın, biz de o zaman gayet aklî, makul gerekçelerimizi ortaya koyarız ve her yerde neşrederiz Risale-i Nur’un muhakkak, hem de asıl metninden okunması gerekliliğini. Bakınız bizim kitabımızda uzunca iki bölüm vardır ki, biri Risale-i Nur’un ömür boyunca okunması ve derslerine devam edilmesinin gerekliliği hakkındadır. Diğeri ise neden sadeleştirilmiş değil muhakkak asıl metninden okunması gerektiğine dairdir.

Bizim çalışmamız zaten çok özel bir çalışma olup hem su-i istimal kapıları kapatılmıştır; hem de gelecekte bahsettiğiniz yöndeki istenmeyen muhtemel durumların önüne daha şimdiden geçilmiştir. Nasıl mı? Hemen onu da kısaca anlatalım. Yukarıda sayılanların haricinde çalışmamızın tamamı Risale-i Nur’u okumak ve ona yönlendirmek için özel bir şekilde inşa edilmiştir. Şöyle ki:

İzah metni, metnin inceliklerinin anlaşılması için detaylı bir çaba ortaya koymakla beraber, “ancak iki metnin birlikte okunmasıyla ortaya çıkacak bir bütünsel yapı oluşturarak okuyucuyu asıl metni de okumaya yönlendirmek için, izah metninin asıl metni okutmaya yönlendirecek kadar eksik bırakılmış” bir şekilde özel olarak inşa edilmiştir. Ayrıca pek çok yerde asıl metne atıflar ve övgülerde bulunularak, okuyucunun ağırlıklı ilgisinin orijinal metne çekilmiştir.

Bahsettiğiniz muhtemel tehlike olarak gördüğünüz konuya geri dönelim. Bu, bizce sadece asılsız bir evhamdan başka bir şe değildir. Dememiz o ki, bahsettiğiniz gibi bir çalışmayı vücuda getirip kabul ettirmek her açıdan çok zor. Sizin dile getirdiğiniz o korkulu ihtimal, pratikte neredeyse imkânsız. Olmaz o iş. Gereksiz korkuyla, böyle faydalı bir çalışmadan insanları mahrum etmenin vebali ve zararı ise muhtemel değil, 7 yıldır vukuattır ama!

Size son olarak Üstadımızın manidar bir sözünü hatırlatalım:

Muhakkak Maslahat, Mevhum Mazarrata Feda Edilmez….

(Kesin olarak faydalı olan bir iş, gerçekte olmayıp var sanılan, var diye düşünülen zararlara feda edilmez.)


19- Bizim insanımızın sorunu ne biliyor musunuz?

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157964625549138

Şikayet etmeyi çok seviyor ama çözümleri uygulamayı hiç sevmiyor ve yanaşmıyor.

Şaşılacak şey ki geçtiğimiz haftalarda “İşte asıl tehlike” başlıklı bir yazı yayınladık ve mutlak vekillik ve izah karşıtlığını belki hiç olmadığı kadar ciddî eleştirip bu iki yanlış yaklaşımın İslam için bir tehdit ve bu yaklaşıma sahip olmanın ise Islâmiyet ve Risale-i Nur’a ihanet olduğunu ortaya koyduk. Ciddî anlamda çok sayıda kişi yazımızı paylaştı. Bu kadarı doğrusu ilk defa oluyordu. Ancak bir kaç gündür tehlikenin reçetesi mahiyetinde çözüm önerilerinden ve uygulamaya hazır modellerden bahsediyoruz.

Kimseden ses seda yok! Başta demistik. Bizim insanımız şikayet etmeyi sever, çözümlere yanaşmaz diye. Parlak ve üzücü bir örneğini de görmüş olduk. Ama o şikayet edip de çözüme yanaşmayanlarla karşılaşmayayım sakın. Vallahi Allah yarattı demem, hiç sözümü sakınmam ona göre…


20- Bu Kadarı Rüyamda Bile Görsem Asla İnanmam Diyeceğim Bir Şeydi!

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157967147344138

Bir kardeşimizin “Bizim insanımız şikâyet etmeyi sever, çözümlere yanaşmaz” içerikli bir üstte yer alan 19 numaralı yazımıza yaptığı yorum üzerine, biraz hüzünlü, biraz sitemkâr ve çokça ibretli bir yazı kaleme aldık.

Önce yorumu aşağıya alıyoruz:

“Hiç kimse narkozlu konforunu bozmak istememesindedir. Bu politik alanda olduğu gibi dini, tasavvufi yapılar içinde değişmiyor. Fert ve feridiyyet anlayışı yok edilerek sürüleştirme zihniyeti temerküz etmiştir. Sizler gibi özgün fikir ve çabalar önce görmezlikten gelinir. Sonra alttan alttan itaatsizlikle suçlamalar. Sonra ihanetle suçlamalar. Sonra…. Bu gidişat hep insafsızca öyle olmuş. İnşallah aynı yanlışlık tekrar etmez. Hakkın hatırı alidir.”

Hocam, mümin kardeşinin yardım isteğine icabet etmemek ve bununla belki 100, 1000 hatta binler, on binler kat daha fazla fazla yapılabilecek bir hizmetin yapılamamasına sebep olmak acaba nasıl akıl almaz bir hainliktir? Nasıl bir ihanettir?

Kıskanç hoca ve alimlerin yıllarca Risale-i Nur’dan bahsetmemesi, tavsiye etmemesi hatta baştan aşağıya iman olduğu ortada olduğu halde karşı çıkmaları elbette hainliktir. Fakat bundan muzdarip ve rahatsız olan ve kendilerine nur talebesi diyen ve kendileri, kendi eserleri ve üstatları bu zulme ve haksız ve vicdansız muameleye maruz bırakılmış iken; aynı hainliği nasıl bir başkasına yapmaktan çekinmediler?

Hem de bu insan kendi Üstatlarını ve eserlerini tanıtmaktan, duyurmaktan, çok büyük maddi-manevi bedeller ödemekten başka bir kabahati olmayan ve hiç bir karşılık da beklemeden fedakarca çalışan bir insan olduğu halde.

Ve böyle olduğunu ve davasındaki samimîyetini, gözlerinin önünde 7 senedir Risale-i Nur’un hizmet ettiği aynı mana ve hakikate hizmet eden ve hiç bir maddi-manevi karşılık için yapılamayacak kadar meşakkatli çalışmalar (bunca seminer, kitap, eğitim programı vs.) ortaya koyarak ve bunlar için maddi ve manevi olarak çok yüksek bedeller ödeyerek ve noter muvafakatnamesiyle kitap ve çalışmalarının her türlü maddi haklarından vazgeçerek serbest kullanım hakkı tanıyarak ve ümmete ve Risale-i Nur’a gönül edenlere mal ederek ispatladığı halde,

Onu tamamen yalnız bırakmayı ve maddi-manevi yardımı esirgemeyi ve defalarca yardım talebinde bulunduğu halde hiç karşılık vermemeyi hatta bu konuda bile onu yardım istediği için ihlassızlıkla suçlamaktan utanmayarak hakikatleri tam tersine çevirmeyi acaba nasıl içlerine sindirdiler, ne derece bir hainlik ve ihanet hissiyatıyla bunu yaptılar, kalplerindeki iman buna nasıl izin verdi ve bunu güya Üstadlarına ve Risale-i Nur’a sadakat perdesi ve namı altında yaptıklarını söyleyerek şeytanın bile düşünüp yapmayacağı bir bahaneyle nefislerini nasıl kandırdılar, hiç bilemiyorum. Bu duruma gerçekten çok şaşkınım ve üzgünüm.

(Bu söylediklerimizin muhatabı, izah çalışmalarımıza taraftar olan kişiler değildir elbette.)

Biliyor musunuz? Kendi kendime söylediğim ve çok hayret ettiğim bir söz var. O söz şöyle:

“Rüyamda görsem kendi elimden böyle çalışmaların çıkacağına hayatta ihtimal vermez ve inanmazdım. Ama Allah’ın inayetiyle gerçek oldu.

Fakat yine rüyamda görsem, bundan daha da fazla inanmayacağım bir şey vardı ve o da gerçek oldu. Böyle beklentimizin çok üstünde ve bu derece harika olarak ortaya çıkmış çalışmalar ortaya çıksın da, bizim kendi nur kardeşlerimiz ve kendi camiamız, bu çalışmaların gerçek ve has sahipleri, bunlara kendi malları gibi sahip çıkmasın, tavsiye etmesin, insanlara ulaştırmak için gayret sarf etmesin, tamamen ilgisiz ve kayıtsız kalsın, hatta taassup damarıyla şiddetli muhalif olsun, hainlikle ve ihanetle suçlasın!

Bu kadar harika çalışmalar benim gibi liyakatsiz birinin elinden çıkacak da, kendi nur talebesi kardeşlerim bu derecede ilgisiz kalacaklar! Hadi canım! Olacak şey mi bu! Üstüm açık kalmış herhalde derdim kesin!

İşte bu kadarı rüyamda bile görsem asla inanmam diyeceğim bir şeydi. Maalesef ve maatteessüf, bu da gerçek oldu…”


21- Hiç Durmadım, Asla Vazgeçmedim ve Hiç Pişman Olmadım…

(Bu parçanın da kısmen özel bir paylaşım olmakla beraber konuyla ciddî alakası var…)

Geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer… İşte 30 Mart 2015 tarihli özellikle Ankara’da olanların eğitim programıza iştirak etmeleriyle ilgili davet metnimiz ve yardım çağrımız. Aşağıdaki adresten herkes okuyabilir:
 
 
Allah beni internet sayesinde kimseye minnet etmeye ve kimsenin yardımına muhtaç olmaya mecbur bırakmadı. Binlerce Elhamdülillah. Fakat ne olurdu ki, şu çağrıya ciddî anlamda cevap veren ve yanımızda duran 3-5 kişi dahi olaydı! Çok istedim, çok dua ettim ama kader tahmin edemeyeceğimiz büyük ve derin hikmetleri sebebiyle (belki şahsen de liyakatsizliğim de bir sebeptir) beni bu teselli ve manevî kuvvetten mahrum etti.
 
Allah biliyor ya bu duruma kendim için bir üzüldüysem, hizmet adına 100 kat, 1000 kat üzüldüm ve içim acıdı. Fakat devam ettim. Hiç durmadım, asla vazgeçmedim, bunu aklımdan bile geçirmedim. Kaderin cilvesi ki Fetö meselesinin başladığı belirleyici tarih olan Aralık 2013’te ilk seminerimi verdim. Ve darbe teşebbüsünden sonra da aynen hiç ara vermeden derslerime devam ettim. Hatta sadece 2 ay sonra İslamî cemaatlerin ve alim ve kitapların gerekliliği ve güzelliğini anlatan çok tesirli bir makaleyi her yerde neşrettim. Bana yapma diyen çok oldu. Dinlemedim.
 
Hatta bir seferinde annemle eşim bir oldu ve bu işleri bırakmaya zorladılar. Kesin olarak reddettim. Allah’a şükür 7.seneye girerken yine aynen devam ediyorum. Boş salona da saatlerce konuştuğum çok oldu. Bundan da gocunmadım. Hatta çekimimi kimse karışmadan serbestçe yapabildiğim için bir yönden memnun oldum. Çekim stüdyosunda kayıt alıp internete yüklüyorum diye tasavvur ettim ama o boş salona saatlerce konuşurken 100 veya 1000 kişi olsa daha fazla bir heyecan ile konuşamazdım. Bundan eminim. İsterseniz bakabilirsiniz. Eğitim programının ek bölümleri hep bu söylediğim gibi geçti. Bir-iki sefer bir-iki kişi hariç hep yalnızdım. Ama Allah öyle bir yardım ediyor, öyle bir manevî kuvvet ve haz veriyordu ki, o kadar zahmet ve meşakkate rağmen, doğruluğuna ve çok önemli olduğuna inandığım bir işi yapmanın lezzetiyle salondan ayrılıyordum.
 
İşte ek bölümlerin oynatma listesinin adresi:
 
 
Bu oynatma listesinde özellikle 6-40 numaralı video seminerlerde tamamen yalnızdım. (Bu 40 video, 7 seminer ve toplam 18 saattir.) 1-6 numaralı videolarda da dediğimiz gibi Bir-iki sefer bir-iki kişi gelmişti o kadar. Özellikle Meşru Demokrasi, Ayasofya, Evrim ve Din eğitimi konulu 28-31 nolu videoların kesilmiş halllerinin toplamı bile 3,5 saatti. Ben ise salonda tam 7 saat kalmıştım ve gece yarısı 12’de toplayıp çıkmıştım. Böyle bir ortamda ne düzeyde bir şevk, heyecan ve coşku ile konuştuğumu (çok rica ediyorum) videoları açıp gözünüzle görünüz, kulağınızla işitiniz. Aralarda dinlenerek ve dışardan yemek söyleyip tuvalet ve namaz gibi ihtiyaçlarımı gidererek vakit geçmişti. O yorgunluk ve perişanlık da, manevî haz ve lezzet de en üst seviyedeydi. Ama hiç pişman değilim. Nasıl olsa yapacak daha iyi bir işim yoktu ya!
 
Hatta tahmin edemeyeceğiniz kadar mutlu ve mesudum bu içerikleri insanlara ulaştırabildiğim ve böyle bir hizmette istihdam olunduğum için. Netice ve insanların ilgi düzeyi ise benim vazifeme dahil bir şey değil nasılsa! Bazılarının çarpık ve hastalıklı düşüncesi olan “sen ihlaslı olursan gelen çok olur!” sözünü doğru bulmuyorum. Ümmetsiz peygamberlere açık bir hakarettir bu söz çünkü.
 

O nedenle aldırmıyorum ve devam ediyorum. Biliyor ve inanıyorum ki, şu an itibariyle yeterince kıymeti bilinmemiş ve az takdir edilmiş de olsa, Risale-i Nur’un ve İslam’ın istikbali için kritik önem kazanacak, çok büyük bir hizmette çalışıyorum. Yüz binler kere elhamdülillah!


22- Hangimizin Hali 12.Söz’deki Feylesof Gibi?!! Gelin, Siz Söyleyin!

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157969190944138

İbretlik hadiseler bitmiyor. Hangi ara nur dairesinin içine bu kadar muhakemesizlik, papağan gibi (sorgulamadan) kendi ezberini tekrar etme taassubu ve vicdansızca hakaret ve suçlama ve toptancı bir biçimde kendi kardeşini aforoz etme yaklaşımı bulaşıcı bir hastalık gibi geldi ve zamk gibi yapıştı, bırakmıyor ve çıkmıyor bilemiyoruz. Şaşkın ve üzgünüz. Allah’ın rahmet, kudret ve hikmetine havale ediyoruz.

Bakınız Facebook’tan bir mesaj yazmış kendine nur talebesi diyen birisi. Ve özellikle en sona aldığımız ve yorumumuzdaki samimi ricamıza verdiği yakışıksız ve muhakemesiz cevaba Allah için ibretle dikkat ediniz. (Bizi güya 12.Söz’deki feylesofa benzetmiş.)

Biz peşinen bu muhakemesizce benzetmenin yakışıksızlığını ve hakikatte tam tersinin doğru olduğunu ifade edelim. Siz yazışmayı aşağıdan okuyabilirsiniz.

Şimdi güya 12.Söz’deki feylesofa benzetilmişiz ya! Halbuki biz Risale-i Nur’un hizmet ettiği aynı mana ve hakikate hizmet ediyoruz. Ve o mana ve hakikatin, gerek bu zamanın ihtiyacı lisanıyla gerek İslam’ın istikbalinin yeni hizmet ve ilim üretimlerini şart koşması diliyle bizi vazife başına davet etmesiyle, tam bir Risale-i Nur hizmeti olan, başka ve ayrı bir hizmet olmayan ve o hizmetin mirasının devamı olan yenilikçi hizmet araçları üretmekle ve Kur’an medeniyetinin manevî temellerinin inşa edilmesine katkıda bulunacak fikrî ve ilmî alt yapı faaliyetleriyle meşgul oluyoruz.

Dolayısıyla misalde geçen, Kur’an ve kâinata ifade ettiği mana için değil, kendisi için yani mana-yı ismiyle bakan, mana-yı harfiyle bakmayan feylesof biz değiliz! Bizi o feylesofa benzetenin ta kendisi o cahil, edepsiz ve haddini bilmeyen feylesofa birebir benzemektedir, lakin haberi yok!

Biz Risale-i Nur’a mana-yı harfiyle, yani kendisi için değil, ifade ettiği mana ve hizmet ettiği hakikat için bakıyor ve kıymet veriyoruz. Siz ise Risale-i Nur’a ve Üstada güya sahiplik ve sâdıklık iddiasıyla, onların ifade ettikleri mana ve hakikati başka suret ve elbisede gördüğünüz zaman inkâr ediyorsunuz ve yabancı görüp tanımıyorsunuz ve reddediyorsunuz! Evet, bu tavrınızla tam manasıyla mana-yı ismi bakıp, fanatikçe sahiplenmiş olduğunuz, Allah ve İslamiyet ve hakikat için bağlanmış olmadığınız açıkça ortada görünüyor! Ve evet, bu yüksek hakikatin hakikî manasını anlamamakla hürmetsizlik ediyor ve hakikî manada hizmetinde çalışanlara karşı da edepsizlik ediyorsunuz!

Şimdi Soruyoruz: Böyle ayarsız ve arızalı insanlar hangi torna tezgahında üretiliyor? Böyle muhakemesiz, mutaassıp ve insaf ve vicdandan habersiz insanlar, birilerinin makbul gördüğü sadık nur talebesi modeli mi? Basiret sahiplerini dehşete düşüren bu tarz vahim yaklaşımlara sahip insanların, (edepsizliklerini ve yanlışlarını hiç görmeden) bu kadar rahatça gayr-ı islâmi sözleri ve gayr-ı ahlakî davranışları Risale-i Nur ve Üstadımıza güya sadakat adına sergilemelerinin sorumluluğunu kim üzerine alacak?

Biz Söyleyelim: Kimin tezgahından çıkıyorsa böyle insanlar, onların üzerine bu sorumluluğu almak ve İslâmî ölçülere ve İslâmî ilim haysiyet ve şerefini temize çıkaracak yeni açıklamalar yapmak, meselenin doğrusunu ortaya koymak ve bu zamana kadar yaptıkları hatalı ve vahim beyanlar için özür dilemeleri bir borçtur. Tezgâhın adı ise bellidir: “Mutlak vekillik ve izah karşıtlığı” tezgâhı!

(Gerçek anlamda bir vekilliği değil, çarpıtılmış ve gayr-ı islâmi bir yaklaşım olarak takdim edilen ve dayatılan hatalı şeklini tasvip etmiyoruz.)

Eleştirdiğimiz Paylaşım Metni Şöyledir:

“Birileri çıkar kitap yazar(derdi ve gayesi Üstadımızın tarzı değildir), Birileri çıkar para ile bu hizmeti dizayn etmeye çalışır(derdi Üstadımızın tarzı değildir, para veren akılda verir), Birileri çıkar Vekil ve Varis Ağabeylere saldırır saf dışı bırakmaya çalışır(derdi Üstadımızın derdi, tarzı ve gayesi değildir), Birileri çıkar tarz ve meşreb değiştirir(derdi daha iyi hizmet olur değildir), Birileri çıkar derste iki satır okur yada yanındaki kişiye okutur yarım saat konuşur(gaye bu şekilde daha tesirli olur değildir), Birileri çıkar şerh, dipnot, lügatçe ve sadeleştirme yapar(maksad anlaşılmıyor değildir), Birileri çıkar gençleri elde etmenin ve Risâle-i Nur’un ruhundan uzaklaştırmanın bir yolunu bulmuş(hedef gençlere ulaşmak değildir), Birileri çıkar siyaseten menfi cereyanlara kapılıp boğulup menfice tahripkar hareket eder(maksad da Üstadımızın ve Risâle-i Nur’un gayesi ve hedefi değildir), Birileri çıkar korsan kitap basar(gayeleri daha çok insana bu Nur’ları ulaştırmak değildir), Birileri, birileri, birileri…..

Şuurlu yada Şuursuz; Topyekün bir değiştirme dönüştürme gayreti var, Topyekün Vekil ve Varis Ağabeylere ilişerek yalnız bırakma gayreti var, Topyekün Nur’ların Nurani vazifesini bir şekilde etkisiz hale getirme var, Topyekün bu hizmeti asli vaziyetinden uzaklaştırma var, Topyekün saldırı var, Topyekün yozlaştırma gayreti var, Topyekün bu hizmeti kısır bırakma gayreti var, Topyekün organizeli olarak bu hizmeti saffet-i asliyesinden ve meşreb ve meslek olarak Üstadımızdan ve Risâle-i Nur’dan koparma var, Topyekün Üstadımızın, Nur’ların ve bu hizmetin ruhunu incitme var.”

Bu Mesajın Altına Yazdığımız Yorumumuz:

“Kimin ne niyette olduğunu nasıl biliyorsunuz. Şimdi biz de sizin niyetinizi bilelim mi? Size sormadan sizi itham etsek hoşunuza gider mi? Toptancılık tahkik ehli olması geren nur talebesine yakışır mı?”

Bize Gelen Cevap:

“Sizin yazdığınız değil, Üstadın tarzı Nur’ların meşreb ve mesleği önemlidir. Toptancılık değil bunlar. Demek ki DOKUNDU….”

Cevabî Yorumumuz ve Okunmasını Tavsiye Ettiğimiz Yazılarımız:

“Lütfen birazcık insaf ve vicdanınız varsa ve azıcık kardeşlik hukukuna kıymet veriyorsanız bu yazıları dikkatle okuyun kardeşim. Ve çok rica ederiz kendi fikrinizi üstad ve Risale-i Nur’a dayandırarak önümüze sürmeyiniz. Mertçe kendi fikriniz olarak söyleyin. Önyargıyı bırakın, temiz bir zihinle okuyun. Ve kalbinde iman olan bir insana yakışan ahlak ve edep çizgisinin dışına çıkmayın.

Bu Kadarı Rüyamda Bile Görsem Asla İnanmam Diyeceğim Bir Şeydi! (Yukarıdaki 20 Numaralı Yazı)

Muhakkak Maslahat, Mevhum Mazarrata Feda Edilmez…. (Yukarıdaki 18 Numaralı Yazı)

Hiç Durmadım, Asla Vazgeçmedim ve Hiç Pişman Olmadım… (Yukarıdaki 21 Numaralı Yazı)

İslâm’ın ve Risale-i Nur’un İstikbalini Tehdit Eden İşte Esas Tehlike: İlim Üretim Faaliyetine, Düşünceye ve Akla Düşmanlık

(En yukarıda yer alan kaynak yazımız.)

Bu yukarıdaki yazıda biz ne diyoruz? İki yaklaşımın gayr-ı islami ve İslâmiyet’e ve Risale-i Nur’a asıl ihanet olduğunu ve İslamiyet ve Risale-i Nur’un yüksek istikbalini ciddî tehdit eden bir tehlike olduklarını ifade ve ilan ediyoruz.

1- Her türlü ilim üretim ve talim faaliyetine, Risale-i Nur’un yazılı ve sözlü izahına karşı olmak ve yasak etmek.

2- Tek bir insanın “Her şeyi, her durumda, her zaman en doğru ve isabetli olarak Üstad gibi düşünebileceğini ve yapabileceğini ve Risale-i Nur’la ilgili her konuda tek ve mutlak yetkili ve vekil olduğunu” kabul etmek.

Hatta bu iki yaklaşıma sahip olmanın ve dava etmenin, bilmeyerek ve iyi niyetle de olsa neticesi ve mahiyeti itibarıyla İslâmiyet’e ve Risale-i Nur’a ihanet olduklarını söylüyoruz.

Bu basit bir iddia mıdır? Elbette kendine, Risale-i Nur’a ve Müslümanlığına saygısı olan ciddi bir nur talebesinin önce bu iddiayı ciddiye alması ve eğer bu iki yaklaşıma sahipse kendini murakebe etmesi ve iddiaları incelemesi gerekir. Doğru söylüyor olabileceğimiz ihtimaline karşı ihtiyat etmeli, dikkatle incelemeli ve gerekiyorsa ondan sonra söz söylemelidir. Hemen kendi ezberini tekrarlama basitliğine ve yüzeyselliğine düşmemesi gerekir. Bu yönde çalışma yapanları peşinen suçlamadan önce ne dediğinizin farkında olmanız gerekiyor.

“İmtihanın Önemli Bir Boyutu (Çok Mühim Sırları Açığa Çıkaran Kıymetli Bir Parça)” isimli yazı da çok önemli bir yazı. Okumanızı çok isteriz. (Yukarıdaki 15 Numaralı Yazı)

Ve İşte Bu Mesajın Karşılığında Aldığımız O Cevap:

“Haliniz aynı bu feylesof gibidir;

“Hem tecrübe, hem mükâfat için emretti ki: “Herbiriniz, bunun hikmetine dair bir eser yazınız.” Evvelâ o feylesof, sonra o âlim, ona dair birer kitab te’lif ettiler. Fakat feylesofun kitabı, yalnız harflerin nakışlarından ve münasebetlerinden ve vaziyetlerinden ve cevherlerinin hâsiyetlerinden ve tarifatından bahseder. Manasına hiç ilişmez. Çünki o ecnebi adam, arabî hattı okumayı hiç bilmez. Hattâ o müzeyyen Kur’anı, bilmiyor ki bir kitabdır ve manayı ifade eden yazıdır. Belki ona münakkaş bir antika nazarıyla bakıyor. Lâkin çendan arabî bilmiyor fakat çok iyi bir mühendistir, güzel bir tasvircidir, mahir bir kimyagerdir, sarraf bir cevhercidir. İşte o adam, bu san’atlara göre eserini yazdı……..Sonra ikisi, eserlerini götürüp o Hâkim-i Zîşan’a takdim ettiler. O Hâkim, evvelâ feylesofun eserini aldı. Baktı gördü ki: O hodpesend ve tabiatperest adam çok çalışmış, fakat hiç hakikî hikmetini yazmamış. Hiçbir manasını anlamamış, belki karıştırmış. Ona karşı hürmetsizlik, belki edebsizlik etmiş.” (Sözler)”


23- Verdiğimiz Rahatsızlık İçin Özür Dilemiyoruz!

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157977770464138

Hastalığı haber eden eden ve reçete sunana teşekkür edip memnun olmanız ve hastalıktan rahatsız olmanız ve şikâyet etmeniz gerekiyor çünkü!

“Mutlak Vekillik ve İzah karşıtlığı”, diğer tabiriyle düşünceye ve ilim üretim faaliyetine düşmanlık hastalığının asıl tehlike olduğunu ve Risale-i Nur’un ve İslam’ın yüksek istikbalini tehdit eden hakiki ihanet ve hainlik manasına geldiklerini ve bu yaklaşımların gayr-ı İslamî olduklarını ve (hastalığa yakalanmışlarda gösterdiği ibretlik halleri göstererek) İslamiyet nokta-i nazarında kabul edilemezliklerini deşifre edip damgalıyoruz.

Bazı insanlar bu hakikatin ortaya koyulmasından rahatsız olmuşlar!

Bu gayr-ı İslamî fikirlerin çürütülmesi ve doğrusunun ortaya koyulması, imana muhtaç milyonların hukukuna ve Risale-i Nur’un ve İslam’ın istikbaline temas eden ve onları tehdit eden meseleler olduklarından zaruridir.

Bahsettiğimiz tehlike ve musibetin ve kör taassubun verdiği zarar, bizim bahsimizin mahsurundan onbinlerce kat daha fazladır.

Çok ciddi olarak söylüyoruz ki, bu mesele böyle devam eder ve önü alınmazsa erken bir kıyametin kopmasına sebep olur. Bu kadar önemli ve ciddidir bu mesele.

Biz elimizden geldiği kadar bunun önüne geçmeye çalışıyoruz. Eleştirdiğimiz zihniyet ve yaklaşım tarzı maalesef bulaşıcı bir hastalık gibi çok kimsede bulunuyor. Bir derd teşhis edilirse tedavisi kolay olur. Lütfen hastalığı haber eden ve reçete sunandan değil, hastalıktan şikâyet ediniz!


24-Üstad Bediüzaman’a atfedilen “Akdamar adasında 10 yıl 50 talebe yetiştirsem, onlarla dünyayı fethederdim.” sözü üzerine:

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157987528364138

Yetiştirdiği 50 talebenin Risale-i Nur’u aynen okumaktan başka şeyler de yapacaklarını hayal edemeyen ve bunun çıkarımını yapamayan, “sadece tüket, hiç üretme; sırf mevcudu naklet, taklid et, üstüne hiç bir şey ekleme!” mantığındaki insanlar için Üstadın bu sözünü işitmelerinin bir manası yoktur herhalde!


25- “Bu Ses Kutusundan Her Dersaneye Birer Tane Alınsın!” Diyen Üstadım Neredesin?

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10157997962869138

Said Özdemir ağabeyden bir hatıra:

“Bir gün Grundig marka makaralı bir teyp alarak Üstad’a götürdüm. Daha evvel ağabeylerden ders kaydetmiştim. Üstadımızın önüne koydum, teybi açtım. Üstad ilk defa teyp görüyordu, baktı ki teyp Risale okuyor. Üstad yarım saat elini yanağına koyarak dinledi. Sonra, “Maşallah kardeşim bu ses kutusundan birer tane her dersaneye alınsın” dedi.

“Tüm dünyaya ders dinlettirmek manası ise, onun hakikati sonra çıkacak” müjdesini bugünler için söylemişti Üstad elbette….

Halbuki teyp ve radyo neydi ki? Teybe karşı tavrı yukarıdaki gibi olan koca Üstad, hizmetin ruhuna uygun her çeşit teknolojik aracı kullanabileceğimiz şu zamanda olsa bu imkan ve yeniliklere nasıl bir heyecanla sahip çıkar ve kullanılmasını hararetle teşvik ederdi dersiniz?

Tavr-ı esasiyi bozmayacak, ruh-u aslîyi renciye etmeyecek yeni takdim ve ilan yöntemlerinin, kuvvetli bir hizmet aracı olarak kullanılmasını istemez miydi sanıyorsunuz?

Görsel destekli ve izahlı dersler gibi… İnternet siteleri ve video kanalları gibi… İzah ve şerh çalışmaları gibi… Eserler içindeki iman hakikatlerini eğitim programı müfredatına dönüştürmek gibi… Eserler üzerinde yapılacak akademik çalışmalar gibi…

Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı’mızda yaklaşık 6 yıldır devam eden yoğun çalışmaların bir meyvesi olarak ortaya çıkan ortaya çıkan tablo şöyle: 2000 görsel ve 170 video kullanılan, devasa ve muhteşem bir çalışma, dünyada alanında bir ilk ve bambaşka bir deneyim. Metin ve görsel/interaktif, Türkçe ve İngilizce olarak dört ayrı versiyonda sunulan 12 küçük kitap (yani 48 küçük ve 4 büyük kitaptan oluşan toplam 52 adetlik kitap seti) ve 688 sayfalık temel/kaynak eğitim kitabı ve 1479 sayfalık Görsel/İnteraktif Versiyonu.

Bu tabloyu gören Üstad’ın söyleyeceği söz Said Özdemir abi’den farklı mı olacaktı?

“Sen bizim hayallerimizi gerçekleştirmişsin!…”

Ve acaba şöyle ilave etmez miydi üstadımız:

“Bu eğitim programı her dersanede okutulsun ve bunun için gerekli teçhizatlar temin edilsin!”

Biz tüm kalbimiz ve aklımızla böyle diyeceğine inanıyoruz.

Fakat gelin görün ki, böyle yenilikçi bir hizmet aracına, tamamen ümmete ve Risale-i Nur’a gönül verenlere mal edildiği halde, Üstad ve Risale-i Nur namına dershanelerde ve kitap okuma programlarında okutulmak yerine sanki yabancıymış gibi uzak ve mesafeli duruluyor!

Neredesin Üstadım neredesin?

Ve nerelerdesiniz genç Saidler?

https://atomic-temporary-101453453.wpcomstaging.com/2017/12/06/risale-i-nur-hizmet-tarzinin-aynen-korunmasi-ve-devam-ettirilmesinden-ne-anlamaliyiz/

Yukarıda adresi verilen “Risale-i Nur Hizmet Tarzının Aynen Korunması ve Devam Ettirilmesinden Ne Anlamalıyız?” isimli yazıyı da okumanızı tavsiye ediyoruz.


26- Bu zamanın insanının manevî yara ve ihtiyaçlarına ilaç, Kur’an’ın ilahî eczahanesinden alınmış şifali hakikatleri neşir ve ilan eden Risale-i Nur’dur.

Kur’an’ı, Risale-i Nur’u ve onların içindeki hakikatleri insanımıza en yeni eğitim metotlarıyla takdim, ilan ve talim eden, onlara ayna ve köprü olan, onlarla aynı mana ve hakikate hizmet eden, onları izah ve ispat eden, farklı mana açılımlarıyla geliştiren ve genişleten, belli bir sistematik ve standart kazandıran ise, Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı’dır.
 
 

Detaylar için lutfen yukarıda adresini verdiğimiz “Bambaşka Bir Din Eğitimi Programı Hayal Ediyorum” isimli yazıyı okuyun.


27- Vicdan Ve İman Sahibi Bir İnsanı Dehşete Düşürmesi Gereken Bir Yorum

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10158019902954138

Sizlere bir ibret numunesi olan ve vicdan ve iman sahibi bir insanı dehşete düşürmesi gereken bir yorum göstereceğiz. Kötü söz sahibine aittir.

Ağzı bozuk fanatikler üreten ve İslam ilim kültür birikimine ve düşünceye düşmanlık eden “Mutlak Vekillik ve İzah Karşıtlığı”nın çürük meyvelerinden birini daha ibret için teşhir ediyoruz. “Delil ve akıbete bakınız…” diyor ya Bediüzzaman.. Evet bakınız ve ibret ve dehşetle görünüz bu tehlikeli hastalığın nasıl bir illet olduğunu.

Bu yorum Google Play’de yüklü olan E-Kitabımız “İnsan ve İman: Bir “Yirmi Üçüncü söz” İzahı” için yazılmıştır. Kitap içeriğinde Risale-i Nur’un orijinal metni, izah metni ve kavram açıklamaları bir arada sunulmuştur.

Bu çalışma, “Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur Eğitim Programı” isimli kitap çalışmamızın bir parçasıdır ve kitabın “İman Hazinesinin Kıymetini Keşfetmek” isimli birinci bölümündeki beş adet “keşfin”, Üçüncü Keşfidir. Kitabın adresi aşağıdadır:

İnsan ve İman: Bir “Yirmi Üçüncü söz” İzahı için buraya tıklayınız.

İşte Bu Kitabın Altına Yapılan Yorum:

“İMAN VE İSLAMA HİYANET

sen bu yetki ve aymazligi nereden aldin. kim sana verdi bu hiyanet fikrini. sen kimsin ve hangi hakla bu hiyaneti yapiyorsun acikla. ben seni fetis kopegiyle beraber bes vakit bedduama dahil edecem. Ya rab risale i nur un asli kitabetine hiyanet eden bu serefsizi Kahhar isminle en yakin zamanda kahreyle. amin”

Üstadımızın Tarz-ı Telakki ve Üslubu Nerede, Birilerinin Nerede?

Aşağıya aldığımız lahika mektubunda geçen malum şahıslar eserlerden bazı bölümleri sadeleştirerek kendi isimleri altında yayınlamışlardır. Şimdi bakınız bunu yapanlara bile “dost zatlar” diye hitap ederek, “kendi namlarına neşretmelerine razıyım ve helâl ediyorum ve memnun olurum. Onlar da Nur’un şakirdleridirler, bu surette Nur’ları neşrederler.” diyen Aziz Üstadımız,

Eserlerin aynını koruyarak gerek sözlü gerek yazılı izah ve şerh çalışması yapanlar hakkında (hele de hiç ayrım gözetmeden) türlü çeşit iftiralarla, niyet okumalarla, hakaretlerle, yıkıcı ve aslı astarı olmayan sırf garazdan kaynaklı tenkidlerle ve hizmetine zarar verecek ve iman kardeşliğine tamamen ters düşecek şekilde hitapta bulunur mu hiç? Bulunmayacağı açıktır.

Böyle hitapta bulunmanın ise (böyle konuşan veya beyanda bulunan kim olursa olsun) açıkça hatalı olduğu ve Üstadımızın tarzına muhalif olduğu ortadadır.

(Burada akla, İslâmiyet’e ve ahlaka uygunluk kriterlerinden bahsetmedik. Sırf bu noktada değerlendirdik.)

“Aziz, sıddık kardeşlerim!

Mesmuatıma nazaran, Şemsi ve isimlerini söylemeyi münasib bulmadığımız müellifler, Zülfikar’dan ve sair Risale-i Nur’dan bazı kısımları kendi namlarına neşretmelerine razıyım ve helâl ediyorum ve memnun olurum. Onlar da Nur’un şakirdleridirler, bu surette Nurları neşrederler. Yirmi seneden beri çoklar, hattâ büyük hocalar, eserlerinde ve müellifler de Nur’un mes’elelerinden çoklarını almışlar ve alıyorlar. Hattâ değil böyle dost zâtları, belki resmî makamları bulunan ve eserler yazan ve Nurların intişarlarına taraftar olmayan ve eserleri revaç bulmak niyetiyle Nurun neşrine mani’ olanları dahi helâl ediyoruz. Çünki onların men’leri başka bir tarzda ve daha faideli intişarına ve fütuhatına vesile oluyorlar.

Ben hal-i hazıra bakmadığım için bilemiyorum. İstemeyerek işittim ki: Eser yazan ve Nur’dan çalan resmî büyük zâtlar diyorlar: “Risale-i Nur’u okuyabilirsiniz, başkasına vermeyiniz.” Güya Nurlar onların eserlerini setrettirecek. Halbuki Nurlar, o eserlerdeki hakikatları tasdik eder, onlara kuvvet ve revaç verir. İnşâallah bir zaman onlar resmen neşrine mecbur olacaklar. Fakat İzmir’li hâkimin dediği gibi, “Risale-i Nur gizlenmiyor ve başka kitablara benzemiyor ve temellük edilmiyor, nerede bulunursa bulunsun, ben Nur’dan gelmişim” der.” Emirdağ Lahikası-1 (s.258)

Gerçek Sadakat, Gerçek İhanet Nerede?

Tecdid (yenilik) namına ortaya çıkan bir akımın içinde bu kadar çok sayıda her türlü yeniliğe karşı, mutaassıp, körü körüne taklitçi, muhakemesiz ve idraksiz insanın bulunduğunu görmek istikbale yönelik ümitlerimizi söndürüyor ve ciddi hayal kırıklığına uğratıyor…

Mesela sadakat mana ve hakikate yapılır. İsim, resim ve şekle değil. Eğer öyle olsaydı Gazali, İmam-ı Rabbani ve Abdulkadir Geylani’nin eserlerine ve o alimlere sadık olacağım diye o eserlerden başkasını okumamak icap ederdi. Halbuki onlara hakiki sadakat ve onların mesleklerini muhafaza ve müdafaa etmek, nasıl ki zamanımıza uygun Risale-i Nur eserlerini okumak ve onlarla hizmet etmek ile oluyorsa,

Aynen öyle de 100 sene önce ortaya çıkan Risale-i Nur hizmetini ve eserlerini muhafaza etmek ve onlara hakiki sadakat da, zamanımıza uygun ve aynı mana ve hakikate hizmet eden hizmet araçlarına sahip çıkmak, destek vermek ve öyle araçları kullanmak ile olur.

Yoksa sanki farklı bir mana ve hakikate hizmet ediyormuş gibi eğitim programına dönüşen Risale-i Nur çalışmalarını nazardan düşürmek veya onlarla insanların ilgilenmesini istememek sadakat değildir.

Hem zaten bu çalışmalar tamamen başka ve müstakil bir hizmet, kitap vs. değil ki! Risale-i Nur’u ilan ve takdim etmek, tanıtmak ve okunmasını sağlamak maksadıyla gerçekleştirilen hizmet araçları. Hem zaten Risale-i Nur’un izahı mahiyetindeki kitap ve seminer çalışmalarımızın tamamında Risale-i Nur’un orijinal metni esastır ve bu faaliyetlerimizin ayrılmaz bir parçasıdır.

O halde sorun ne? Bu çalışmaları tenkid eden veya maksadından başka aslı astarı olmayan kulplar takanın ya muhakemesizliğinden veya kötü niyetinden şüphe edilmeyecek midir?


28- İyiliği Emredip Kötülükten Sakındırmak ile Tevekkül ve İhlas Hakikatlerinin Makamları Farklıdır!

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10158022067724138

Herkese Faydası Bulunan Çok Önemli Bir Hakikat

Muhterem bir abimiz, diğer bir abimizin bazı hatalı davranışları eleştirdiği yazısının altına şöyle yorum yazmış. Biz de zaman zaman izah karşıtlarının davranışlarını veya hizmetimize gerekli destek ve ilginin gösterilmemesini hak namına eleştirdiğimizde bu tarzda yorumlar alıyoruz. Bu vesileyle herkese faydası bulunan çok önemli bir hakikati dile getirmek istiyoruz.

Yorum şöyle: “Anlaşılan birileri sizi üzmüş. Hedef ve maksat Rıza-yı İlahi ise; yaşanacak olumsuz hiçbir şeyin önemi yok. Hayırlı hizmetlerin muzır manileri çok olur. Onun için müsterih olun. Selam ve saygılarımla…”

Bizim bu yoruma cevabımız şöyle:

“Abi biliyorum iyi niyetle yazıyorsunuz fakat böyle yanlışlara karşı koyulan haklı tepkilerin ve eleştirilerin bu şekilde etkisizleştirilmesini açıkçası hiç doğru görmüyorum.

Bahsettiğiniz cümlelerin makamı başka; iyiliği emredip kötülükten sakındırmak ve elinden gelirse eliyle düzeltmek, gelmezse sözle kınamak, bu da gelmezse buğzetmek hakikatının makamı bambaşka. Siz bu manada başka makamdan konuşmuşsunuz. İnşallah maksadımızı anlatabilmişizdir.”

Evet, inşallah bu çok önemli hakikatin fark edilip, doğru olarak anlaşılmasına vesile olur yazdıklarımız. Çünkü öbür türlü tevekkül, kadere iman ve ihlas dairesini mutlak bir şekilde tatbik etmeye kalksak yapılan hiç bir haksızlığa en ufak bir ses çıkarmamak ve hatta yapılan hiç bir zulümden rahatsız olmamak icap eder ki, böyle bir anlayışın İslamî olmadığı açıktır.

“Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.”

“Yeri geldiğinde konuşmak, en güzel bir haslet olduğu gibi, zamanında susmasını bilmek de erdemli insanların özelliğidir.”

Kuşeyrî’nin Risalesi (s.62)

“Hakkı söylemeyen / haksızlık karşısında suskun kalan şeytandır.”

Ebu Ali ed-Dekkak

“Batıl / yanlış şeyleri söyleyerek insanlara nasihat eden, konuşan şeytandır. Hakkı söylemekten sakınan ise dilsiz şeytandır.”

İbn Kayyim, El-Cevabu’l-vafî (s.136)

Bu iki yaklaşımı belki şöyle birleştirebiliriz:

Önce üzerimize düşeni yapıp elimizden ne geliyorsa onu ortaya koyarız sözlü, yazılı veya fiilen. Bu sorumluluklarımızı yerine getirdikten sonra, ikinci aşamada yorum yazan abimizin bahsettiği makamın sırası gelmiş olur ve dediği gibi düşünüp teselli bulur hatta olumsuz hadiseleri beş paraya da saymayız. Fakat ilk basamağı geçmeden ikinci basamağa ayağımızı atmaya hakkımız yoktur. Böyle bir davranışın tevekkül ve ihlasla ilgisi de yoktur.

Bizim yukarıdaki tespitlerimize gelen cevabi yorum:

“Hocam; …… abinin yaşadığı olayı bilmiyorum. Zaten kendisi de olayı anlatmamış. Ama belli ki, incinmiş. Bu durumda, yapmam gereken onu teselli etmek ve sabır tavsiye etmektir. Ben de onu yapmaya çalıştım. Selam ve saygılarımla…”

Bizim cevabımız:

“Elbette. Fakat bazen maksad doğru, hedef hata olabiliyor. Ben açıkça söylüyorum abi. Bu tür meselelerde bize destek verip mücadelemize aktif olarak katılmak yerine ihlas ve tevekkül tavsiyesinde bulunanları hoş karşılamıyoruz. Bunda da çok haklı görüyorum kendimi. Bir de meselenin bizim açımızdan başka boyutları var. Bazıları ihlassızlıkla suçluyor, bazıları da yardım talebimize karşılık “Sana Allah yardım etsin!” manasında tevekkül ve ihlas tavsiye ediyor! İkisini de çok yadırgıyorum. Siz üzerinize lütfen alınmayın. Ameller niyetlere göredir. Fakat neticelerde niyetin tesiri ya yoktur veya çok azdır.”


29- Teşbihte Hata Yok!

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10158025547789138

Nasıl ki “standart ve klasik” müslümanlar iman hakikatleri ve Risale-i Nur’a karşı ilgisiz kalıyorlar.

Halbuki her bir müslümanın en başta bütün merakını ve hayatını vakfetmesi ve hayatının birinci önceliği olarak görmesi gerekli olan hizmetler ve hakikatlerdir.

Aynen öyle de (teşbihte hata yok) “standart ve klasik” Risale-i Nur talebeleri de Risale-i Nur izah çalışmalarına, eğitim programı içeriklerine, yenilikçi hizmet araçlarına, Medresetüzzehra Eğitim Yaklaşımı’nın fikrî alt yapısını ve bilim felsefesini oluşturmaya, insanlığa kurtuluş olacak yepyeni ve taptaze bir Kur’an/İslam medeniyetini inşa etmeye karşı ilgisiz kalıyorlar.

Halbuki her bir Risale-i Nur talebesinin İslam medeniyet tasavvurunun Üstad’ın bıraktığı yerden öteye taşınmasına gayret etmesi ve yaratıcının varlığını kabul eden bir bilim yaklaşımının insanlığa nasıl takdim edileceği yönünde bir arayışa sahip olması ve bu maksatla alternatif bilimsel modellerin üretilmesini arzu etmesi ve Kur’an medeniyetine has bir bilim felsefesinin oluşturulmasına çalışması, bütün merakını ve hayatını vakfetmesi ve hayatının birinci önceliği olarak görmesi gerekli olan hizmetler ve hakikatlerdir.

Elbette bu büyük bir ufuktur ve herkesten bu yönde bir üretimde bulunması beklenmez. Tabiatıyla böyle üretimler sözlü ve yazılı izah ve şerh çalışmalarının yasaklanmadığı bereketli ortamda ortaya çıkabilirler. Fakat böyle bir düşünce, tasavvur ve dahi bu yönde bir isteği,derdi ve hayali bile hiç olmayan ve kendisi katkıda bulunamasa da en azından bu yönde akademik çalışma ve üretimde bulunanlara taraftar ve destekçi olmayan bir Risale-i Nur talebesi profili, elbette ideal ve makbul bir model olarak görülemez. Öyle görülmeye ve gösterilmeye çalışılması da vahim bir hatadır.

Bilerek veya bilmeyerek din düşmanlarına yardımdır ve İslamiyete ihanettir.


30- Bu Dinin Asıl Sahipleri Biziz. Ne Zannediyoruz? Başkasının Gelip Bizim Yerimize Her Şeyi Yapacağını Mı? Ve Neyi Bekliyoruz? Erken Bir Kıyameti Mi?

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10158025648694138

Bu iki mektuptaki ifadelere dikkat:

1- “Gerçi hakikat noktasında ahirzamandaki gelecek büyük Mehdi siyaseti tam dindar İsevîlere bırakıp yalnız İslâmiyet hakikatlarını isbata, izhara, icraya çalışır. Ve bu nokta-i nazardan Risale-i Nur o zât-ı mübarekin veyahut onun cemaat-ı nuraniyesinin şahs-ı maneviyesinin çok vazifelerinden en ehemmiyetli vazifesi olan hakaik-ı imaniyenin isbat ve neşrini tam yapıyor.” Elyazma Emirdağ Lahikası’ndaki bir gayr-ı münteşir mektub

2- “Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdi-î Âl-i Resulün temsil ettiği kudsi cemaatinin şahs-ı mânevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını Rahmet-i İlâhi’yeden bekliyoruz.” Emirdağ Lâhikası

Bilenler bilir. Birincisi: İman hizmeti. İkincisi: Hilâfet-i Muhammedi’ye (a.s.m.) unvânıyla şeâir-i İslamiye’yi ihyâ etmek. Üçüncüsü: Şeriat-ı Muhammediyen’in (a.s.m.) kanunlarının yeniden ihya ve tatbik edilmesidir.

Bakınız, “büyük Mehdi siyaseti tam dindar İsevîlere bırakıp yalnız İslâmiyet hakikatlarını isbata, izhara, icraya çalışır.” ifadesi acaba yanlış mı anlaşılıyor diye düşünüyoruz. Yani siyaset de dahil olmak üzere birinci vazife haricindeki tüm vazifeleri üzerimizden mi atıyoruz diye sormamız lazım.

Halbuki iman ve siyasetin ortasında ara vazifeler var. Siz şeâir-i İslamiye’nin ihyâ edilmesinden ne anlıyorsunuz bilmiyorum. Fakat biz bunun önemli bir kısmının yeniden bir İslam/Kur’an medeniyetinin ve ona layık bir bilim felsefesinin inşa edilmesiyle olacağı kanaatindeyiz. Yani dememiz o ki, bu din bizim. Esas ve asıl sahipleri bizleriz.

Bu dini gelip de Hz. İsa mı ihya etsin ve iman hizmetinden başka her türlü vazifeyi o mu yapsın diye bekliyoruz?

Hatta iman hizmetiyle ilgili hayat dairesine temas eden ve 2. ve 3. vazifelerin inşa ve tatbikinde bir alt yapı ve temel taş niteliğinde olan Risale-i Nur izah çalışmalarına, eğitim programı içeriklerine, yenilikçi hizmet araçlarına, Medresetüzzehra Eğitim Yaklaşmı’nın fikrî alt yapısını ve bilim felsefesini oluşturmaya ilgisiz kalma lüksümüz var diye mi zannediyorsunuz?

Evde kitap okumak, dershanede ders dinlemekle mükellefiyetimiz yerine getirilmiş oluyor ve üzerinden hiç bir üretim gerçekleştirmediğimiz ve aynı şekliyle okuduğumuz kitaplar kendi kendine bu medeniyeti inşa edecek mi zannediyoruz? Bu tavrımızın erken bir kıyamete sebep olacak kadar dehşetli bir ihmal ve kabahat olduğu aklımızın ucundan bile geçmiyor mu?

Biliniz! Hiç bir nur talebesinin, insanlığa kurtuluş olacak yepyeni ve taptaze bir Kur’an/İslam medeniyetini inşa edilme çabalarına karşı ilgisiz kalma lüksü yoktur ve olamaz! Olursa Allah şahidim ve teyitçim olsun ve O’nun kudret, hikmet, rahmet ve ilmine yemin ederim ki bunun sonuçları olur!

İlave Bir Çözümleme:

İfade edilenlere belki şöyle bir ilave olabilir. Siyaseti bırakmak, siyasete gelene kadarki ara aşamalardaki tüm vazifeleri üstünden atmayı gerektirmez. Çünkü 2.maddede 2 ve 3.vazifelerin de ilk vazife olan iman vazifesine ilaveten o cemaatin vazifesi olduğu ifade edilmiş. Ayrıca iman hizmetinin kapsamıyla bile sınırlı kalınsa bunda da ciddi bir yanlış anlaşılma var.

İman hizmetiyle ilgili olan, ve hayat ve şeriat dairesine temas eden ve 2. ve 3. vazifelerin inşa ve tatbikinde bir alt yapı ve temel taş niteliğinde olan Risale-i Nur izah çalışmalarına, eğitim programı içeriklerine, yenilikçi hizmet araçlarına, Medresetüzzehra Eğitim Yaklaşımı’nın fikrî alt yapısını ve bilim felsefesini oluşturma faaliyetlerine iman hizmetinin bir devamı ve parçası olarak bakmak lazımdır.

Bizce 1.vazife yalnızca Risale-i Nur’un okunması ve neşriyle sınırlı değildir. Onunla başlar ama onunla bitmez. Üstadımızın bu kanaatimizi teyid eden çok sayıda beyanatı da mevcuttur. Özellikle iman hizmetinin bir parçası ve devamı niteliğindeki bu vazifelerin üzerimizden atılması 2. ve 3. vazifeyle ilgilenmemekten de büyük bir ihmal ve kabahattir.


31- İman Hizmetinde Yardım ve Destek Talebine Karşılık Vermemek Ne Anlama Gelir? Manevî Mesuliyeti Yok Mudur?

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10158022946999138

Not: Bu parçanın ana konuyla ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz. Şöyle ki, izah karşıtları sahip oldukları taassupla izah çalışmaları kapsamındaki hiç bir iman hizmetine ilgi göstermemekle, destek vermemekle ve tavsiye etmemekle, hatta insanların istifadesine mani olmaya çalışıyorlar. İşte bu tavır, iman ve İslamiyete ve dolayısıyla Risale-i Nur’a ve imana muhtaç milyonlara yapılabilecek en büyük kötülük ve haindir. Tam da bu noktadan doğrudan alakalıdır aşağıdaki ifadeler esas konumuzla. İşte buyrun:

Din kardeşimizin yardım talebine cevap vermemiz, kardeşimizin bizim üzerimizdeki bir hakkıdır. Aşağıdaki ayet ve hadisler, din kardeşlerinin birbirinin yardımına koşmalarını ne kadar önemli göstermiş lütfen bir okuyun ve kendi gözlerinizle görün.

Şimdi size soruyoruz: Acaba dünyevî ihtiyaç ve sıkıntıları için sizden yardım isteyen bir kardeşinize yardım etmenin yeri dinimizde bu kadar önemli ise,

Yardım isteyen kardeşimiz dünyevî ve şahsî bir talepte bulunmuyorsa ve sırf iman hizmetinde Allah için yardım talebinde bulunuyorsa, acaba bunun hükmü, önemi, mesuliyeti ve o yardım talebinde bulunan kişinin, kardeşleri üzerindeki hakkı ne derecede olur siz cevap verin.

Peki, bu yardım çağrısına ilgisiz kaldıkları halde, bu yardım çağrısı sebebiyle onu ihlassız olmakla suçlayanlar veya yardım talebine karşılık “Sana Allah yardım etsin!” manasına gelecek şekilde tevekkül ve ihlas tavsiye edenler için ne düşünülmesi lazımdır acaba?

Ortaya koyulan iman hizmetine destek verip verilen mücadeleye aktif olarak katılmak yerine böyle davranılması, kalbinde iman olan ve aynı hizmet dairesinde bulunan kardeşler söz konusu olduğu için, hiç kabul edilebilir bir şey olarak görülebilir mi?

Yardım çağrılarımızdan birini okumak için lütfen aşağıdaki adresi ziyaret ediniz:

https://atomic-temporary-101453453.wpcomstaging.com/2018/10/14/ben-ne-yapabilirim-diyenler-icin/

Farz-ı Kifaye Olduğuna İnandığımız Bir Manevi Sorumluluk

Keşif Yolculukları Risale-i Nur egitim programımız, imanı tahkikî yaparak kuvvetlendirme ve kurtarma temel maksadını gerçekleştirme noktasında kusursuz ve mükemmel olarak ortaya çıkmıştır. İddiamızın doğruluğu her şekilde tetkik edilerek görülebilir.

Dolayısıyla böyle bir çalışmadan haberi olan birinin, ya bu çalışmadan daha nitelikli bir çalışma ortaya koyması (ya da daha iyisi eğer varsa onu kullanması) veya mevcut çalışmayı insanlara ulaştırmak için gayret sarf etmesi, farz-ı kifaye türünden bir manevî sorumluluktur.

Çünkü bu zamanda iman hizmeti her bir inanan üstüne iki kat farzdır. Böyle bir çalışmadan haberdar olan bir camia veya kişinin de böyle bir hizmet aracına destek olması ve onu kullanması da, en azından farz-ı kifaye olması gerektir.

Bizim kanaatimiz ve inancımız budur.

Yardımlaşma Hakkındaki Ayet ve Hadisler:

“Her kim din kardeşinin yardımına koşar, onun menfaatini, iyiliğini gözetirse, ona Allah yolunda cihad edenlerin sevabı verilir.”

“Şüphesiz ki Allah, din kardeşine yardımda bulunan ve ona destek olan kişiye yardım eder. Bu kişi kardeşine destek verdikçe Allah da onun destekçisi ve yardımcısıdır.” Hadis: Enes (ra)

“İyilikte ve kötülükten sakınmakta birbirinizle yardımlaşın; günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” (Maide, 5/2)

“İyiliği emretmek ve fenâlıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günâh işlemek ve düşmanlık yapmakta yardımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” (Mâide, 5/2).

“Müslüman, Müslümanın kardeşidir; ona hıyanet etmez, yalan söylemez ve ONU SAHİPSİZ BIRAKMAZ. Müslümanın her şeyi; ırzı, malı, kanı Müslümana haramdır takva işte burada (kalpte)dir Bir kişiye, Müslüman kardeşine hakaret etmesi, kötülük olarak yeter (Buhârî, Müslim)

“Kim herhangi bir din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, bunun için çaba gösterirse, o ihtiyaç sonuçta görülsün veya görülmesin, Allah o kimsenin (gösterdiği çabalardan dolayı) geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlar. Cehennemden azad olduğuna ve münafıklıktan kurtulduğuna dair iki berat yazar.” Hadis: İbn Abbas (ra)

“Kim din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, (kıyamet gününde) amellerin tartılacağı yerde ben onun yanında olurum (ona şefaatçi olacağım) hayırlı amelleri ağır gelirse ne ala, şayet hafif gelirse ona şefaat edeceğim.” Hadis: Nafi’ b. Ömer (ra)

“Her kim din kardeşinin bir ihtiyacını gidermeğe çalışırsa, Allah da o kimsenin atacağı (yürüyeceği) her adım için yetmiş sevap yazıp, işlediği günahlardan yetmişini affeder (siler). Hadis: Enes b. Malik (r.a.)


32- “Bizim Gibi Çalışan ve Hatta Bizim Çok Daha İyi ve Gelişmiş Versiyonumuzdan En Az 1000 Tane Daha Lazım!

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10158039904069138

Not: Aşağıdaki hadiseyi 7 senedir kendimize saklamıştık. Umumî bir ortamda ilk kez bahsediyoruz. Bunda maksadımız, böyle şeylerin ne kadar manasız olduğunu ortaya koymak ve bu konudaki kendi düşüncemizi ifade etmektir. Ayrıca bu parça izah çalışmalarının nasıl bir hizmet yaklaşımıyla ortaya koyulması gerektiğinden bahsettiği için buraya alınmıştır.

İlk seminerlerimiz olan Tabiat Risalesi Açılımları için (ki en temel mesele ve davamız) bir çok cemaat, vakıf ve gençlik akımlarına kendi ellerimizle götürdük seminer davetiyemizi.

“Bakın, ben yalnızım dedim. Ücretli tanıtımlar yapıyoruz. (3 seminere 5000 lira harcamıştık o dönemde) Risale-i Nur’un R’sini bilmeyen çok sayıda insan geliyor. Siz de gelin. Hem bize destek ve yardımcı olup, yalnız bırakmazsınız, hem de gelenlerle tanışıp, telefonlarını alıp, kendi derslerinize götürürsünüz.” dedik.

(Kuantum Evren ve Tabiat Kanunları seminerimize 60-70 kişi geldi. Öyle ki birisi içeri giriyor ve “Kuantum dersi burada mı?” diye soruyordu.)

Buna rağmen bizi ısrarla yalnız bıraktılar. Benim eşim kendisi duymuş bana o söyledi. O gençlerden ikisi gelmiş. Biz nasıl yapıyoruz diye görmek için gelmişler anlaşılan. Destek ve hizmet için değil. Çünkü şöyle demişler: “Biz daha iyisini yaparız!” Allahım sen aklıma mukayyed ol. Yarışma ve rekabet vardı da bizim haberimiz yoktu herhalde! İşte tablo bu! Kur’an’da “Hayırda birbirinizle yarışın!” emri böyle bir şey olmasa gerek!

Kitabımızın sonuna eklediğimiz “Risale-i Nur’u İnsanlığa Mal Etme Çabası: İzah Çalışmaları” isimli yazının hemen başındaki ifadelere bakarak bu konudaki düşüncemizi anlayabilirsiniz. Biz böyle çalışmaları sadece biz yapalım, insanlar yalnızca bizi dinlesin demiyoruz. Bilakis tam tersini bakın nasıl ifade etmişiz:

“Öncelikle bu konuda sahip olduğumuz ve kuvvetle inandığımız bir kanaatimizi şöyle ifade etmek isteriz:

Sadeleştirmeye alternatif olacak ve Risale-i Nur’un daha iyi anlaşılmasına, toplumun bütün kademelerine mal edilmesine ve tesir sahasının genişletilmesine hizmet edecek izah çalışmalarının, birçok farklı mizaç ve kabiliyetteki gönüllü insan tarafından çok sayı ve çeşitlilikte ve tam bir ilmî hürriyet içinde ve hizmet hissiyatıyla ortaya koyulması gerekmektedir.

Bu yöndeki çalışmalar, samimiyetle teşvik edilmeli, ciddiyetle sahip çıkılmalı ve Risale-i Nur’larla tanışmak isteyenlere ve eserleri yeni okumaya başlayanlara Risale-i Nur’a gönül verenlerce tavsiye edilmelidir diye düşünüyoruz.”

Yeni bir İslâm/Kur’an medeniyeti kurulmasında ve insanlığa hidayet ve kurtuluş reçetesi olması için o kadar büyük, çok sayıda ve kapsamlı vazife var ve bunların çok sayıda insan tarafından yapılması gerekmektedir.

Açıkçası biz bu konuda şunu rahatlıkla hiç bir mübalağa olmadan deriz ve diyoruz:

“Bizim gibi çalışan ve hatta bizim çok daha iyi ve gelişmiş versiyonumuzdan en az 1000 tane daha lazım!

Belki bu yönde çalışacaklara bir hareket ve ilham noktası ve bu tür çalışmaların önünü açarak zemin hazırlama ve başka ve çok sayıda ilim üretimi faaliyetine bir kaynak/rehber olma gayretinden ibarettir tüm çalışmalarımız.

Zaten sitemizin ana sayfasındaki ana görselin üstündeki slogan/vurgu metninde, çalışmalarımızı “Medresetüzzehra Eğitim Yaklaşımı’nın Bilim Felsefesini Oluşturmaya Katkıda Bulunmayı Hedefleyen Akademik Eğitim Faaliyetleri” olarak tanımlamamız da bu nedenledir.


33- “Neden Hep Bir Sitem Hep Bir Yakınma İçerisindesiniz?!”

Beni Sizler Mecbur Ediyorsunuz. Ondan Sonra da Neden Sitem Ediyorsun Diye Suçluyorsunuz?!

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10158040616059138

Not: Bu parça da izah çalışmalarına gerekli desteğin ve ilginin gösterilmemesinden bahsettiği için ve çok önemli noktalara temas ettiği için buraya alınmıştır.

“Bizim gibi çalışan ve hatta bizim çok daha iyi ve gelişmiş versiyonumuzdan en az 1000 tane daha lazım!” isimli paylaşımımız üzerine bir kardeşimiz şöyle sormuş: (Bir üstte yer alan ve 32 Numaralı Yazı)

“Neden hep bir sitem hep bir yakınma içerisindesiniz?”

Birçok insanın böyle algıladığını ve gördüğünü düşündüğümüz için bu konudaki çok önemli cevabımızı sizlerle paylaşıyoruz. Bakalım hep bir sitem ve yakınma içinde miymişiz, yoksa mesele tamamen bambaşka mıymış? Okuyun ve siz takdir edin.

Cevabımız:

“Gerçekten soruyor musunuz? Sorunuzda samimiyseniz aşağıdaki iki paylaşımımızı bir okuyun, gerçi yetmez ya. En azından başlangıç olur.

Bu arada hemen şunu da söyleyelim, o kadar devasa çalışmaları görmeyip sadece istisnai ve ara sıra ve belli haklı sebeplerle dile getirdiğimiz bu ifadeler için “sürekli” demek haksızlık ve insafsızlıktır. Bahsettiğiniz tarzda paylaşımlar yüzde bir bile değildir. Gerekçeleri ve nedenlerini dinleyin, sonra takdir sizin.

“İman hizmetinde yardım ve destek talebine karşılık vermemek ne anlama gelir? Manevî mesuliyeti yok mudur?” isimli paylaşımımız bir üstte 31 numaralı yazıdır.

Onun akabinde lütfen bunu da okuyun: “İyiliği emredip kötülükten sakındırmak ile tevekkül ve ihlas hakikatlerinin makamları farklıdır!” isimli paylaşımımız. (Yukarıda 28 Numaralı Yazı)

Kardeşimiz Şöyle Devam Etti:

“Herkes bir ipin ucundan tutmaya çalışıyor böyle sitemle olmaz ki ama. Öyle bir sitem ki sanki suçluymuşuz gibi. Müslüman Müslümana destek vermeli elbette ama birileri destek vermiyor diye herkesi zan altına koymak olmaz. Dertle dertlenmek lazım. Yıkarak, kırıcı, sitemkâr suçlarcasına değil.”

Cevabımız:

“Olur, bal gibi olur. (yalnız ‘böyle sitemle olmaz ki’ ifadesine cevaben) Fakat bunun gerekçeleri var. Lütfen aşağıdaki ifadelerimizi alıcı gözle okuyun. Biz burada kimseyi suçlamıyoruz. Bir manevi mesuliyet ve farz-ı kifaye manası olduğuna inanıyoruz diyoruz. Siz bu incelikli ifadeleri suçlama olarak nitelendiriyorsanız, çok başka taraftan bakıyorsunuz!

Farz-ı Kifaye Olduğuna İnandığımız Bir Manevi Sorumluluk

Keşif Yolculukları Risale-i Nur egitim programımız, imanı tahkikî yaparak kuvvetlendirme ve kurtarma temel maksadını gerçekleştirme noktasında kusursuz ve mükemmel olarak ortaya çıkmıştır. İddiamızın doğruluğu her şekilde tetkik edilerek görülebilir. Dolayısıyla böyle bir çalışmadan haberi olan birinin, ya bu çalışmadan daha nitelikli bir çalışma ortaya koyması (ya da daha iyisi eğer varsa onu kullanması) veya mevcut çalışmayı insanlara ulaştırmak için gayret sarf etmesi, farz-ı kifaye türünden bir manevî sorumluluktur. Çünkü bu zamanda iman hizmeti her bir inanan üstüne iki kat farzdır. Böyle bir çalışmadan haberdar olan bir camia veya kişinin de böyle bir hizmet aracına destek olması ve onu kullanması da, en azından farz-ı kifaye olması gerektir. Bizim kanaatimiz ve inancımız budur.’

Ayrıca, 7 senedir neler yaşadığımızı biz biliyoruz, siz değil. Bu konuda hüküm verecek konumda değilsiniz. Neyi, niçin, hangi gerekçe ve niyetle, hangi hadiseler sebebiyle yaptığımızı bizden öğrenmelisiniz.

Hem aynı sitemi ve benzerini bizzat Üstad Bediüzzaman yapmıştır (âlimler, şeyhler ve hocalara) ve hem de aynı cümlelerle karşılık vermiştir. (ya bu çalışmadan daha nitelikli bir çalışma ortaya koyun veya mevcut çalışmayı insanlara ulaştırmak için gayret sarf edin mealinde) Siz bunu es geçip gitmişsiniz!

Siz beni anlamıyorsunuz bu çok net… Neyi neden, hangi gerekçe ve zorunluluktan söylediğimizi bir fark edebilseniz, bir tek kelime bile etmezsiniz buna inanın.

Üslubumuz bahsettiğiniz gibi ‘kırıcı, sitemkar, herkesi suçlarcasına” değil. Haksızlık etmeyin. Siz öyle algılamışsanız suç bizim mi yani? (böyle algılanacak paylaşımlar da istisnanın istisnasıdır ve onlar da şahıslar değil, hatalı yaklaşımlar eleştirilmektedir.) Şimdi bakın. Biz genel ifadeler kullanıp, bazı gereklilikleri ve manevî mesuliyeti ifade ediyoruz. “Yarası olan gocunur.” sözü meşhurdur. Siz kendiniz bu gereklilikleri ve sorumluluğu yerine getirmiyor ve bu konuda ilgisiz kalıyorsanız, kendinizi suçlanmış ve size sitem edilmiş gibi hissetmeniz tabiidir. Bunda bizim kabahatimiz nedir, soruyoruz!

Sadece Şu Kadarını Bilin Yeter:

Biz Bu Sorumluluğu Dile Getirmeye ve Yardım ve Destek İstemeye Devam Etmeye Mecburuz. Bunu kişisel bir serzeniş adına yapmıyoruz. Öyle bir şey olsa, siz azıcık tasavvur edin. 7 senedir çalışmalarımıza devam etmemiz nasıl mümkün olurdu?

Mesele Şudur:

1- İmana muhtaç insanların hukuku.

2- İslam’ın ve Risale-i Nur’un istikbalinin bu tür çalışmalara bağlı olduğuna dair inancımız ve bu yöndeki ciddî endişemiz.

Bunu da ara sıra ve yalnız ihtiyaç oldukça yapıyoruz. Eğer yapmazsak mesul oluruz. Yoksa meraklısı değiliz. Bizim çok mu hoşumuza gidiyor sanıyorsunuz? Yok öyle bir şey!

Önemli Not: Ayrıca bu hizmette çok fazla maddî, manevî yardım ve desteğe muhtaç olduğumuz halde, bundan geçtik, şu Facebook üzerinde 7 senedir yüzlerce, belki binlerce büyük emek ve zahmetlerle ortaya koyulmuş çalışmalarımızı görüp de bir beğeniyle veya “Allah razı olsun!” yorumuyla bile karşılık vermeden sadece seyredenler ve insanlara bu imanî çalışmaları ulaştırmak için, parmağının ucuyla dokunup paylaşmak gibi zahmetsiz bir işe bile tenezzül ve zahmet etmeyenler, o sitemimizi bir zahmet üstlerine alsınlar ve alınsınlar! O kadarcık hukukumuz ve hakkımız da olsun artık!

Şunu da Söylememiş Olmayalım!

Eğer Risale-i Nur Eğitim Programı çalışmalarımıza ciddî anlamda sahip çıkan 3-5 kişi bile olsaydı, bu konuda hiç çenemizi açmaz, bununla teselli olurduk inanın, ama bu da yok! Hatta gerçek anlamda tek kişi bile yok! Beni Sizler Mecbur Ediyorsunuz. Ondan Sonra da Neden Sitem Ediyorsun Diye Suçluyorsunuz?!

Hem Kendim İçin Konuşmuyorum ve Sitem Etmiyorum. Buna benim izzetim hiç izin vermez. O kadar onursuz biri gibi mi göründük uzaktan? Hayır!

Şunu Lütfen Artık Herkes Bilsin Ki:

Ben bu hizmetin hakkı ve hukuku ve imana muhtaç olan milyonların belki milyarların hatırı için haysiyetimi hiçe sayıp, yüzümü kızartıp, şahsım adına olsaydı utancımdan yapmaktan vazgeçeceğim ama iman hizmeti adına olduğu için utanmadan yaptığım bu sitemi etmeye ve bu yardımı talep etmeye devam ediyorum! Sizler de beni karşılıksız bırakmaya ısrarla devam ediyorsunuz! Ben 7 senedir vazgeçmedim. Siz de vazgeçmediniz!

(Sözümüz muhataplarıyla sınırlıdır. Fakat ne yazık ki, muhatap kitlesi de oldukça geniştir!)

Kendi malları olan ve herkesten önce kendileri sahip çıkması gereken bu çalışmalara koca bir Risale-i Nur camiasının ve milyonlarla ifade edilen Risale-i Nur talebelerinin (istisnalar müstesna!) tamamen ilgisiz kalması, taraftar olsa bile çoğunlukla uzaktan seyretmekle yetinmesi, hatta bazılarının bu baştan aşağıya iman hizmetinden ibaret olan hizmetimize karşı çıkması, iman ve İslam ve Risale-i Nur’a ihanetle suçlaması ve hakaretler etmesi ayıp değil, bizim aynı hizmette bulunan kardeşlerimizden yardım ve destek istemeye devam etmemiz mi ayıp? Kimin utanması gerekiyor bu tablo karşısında? Anlayacağınız mesele hiç de öyle sizin gördüğünüz gibi değil kardeşim!”

Kardeşimiz Şu Sözleri Söyledi Son Olarak:

“Şevkimizi bozmayın abi. Herkes bir ipin ucuna elini atmış tutmaya çalışıyoruz. Millet birleşme derdinde. Siz ayrı bir yol derdinde!”

Cevabımız:

“Hakikaten acaipsiniz ya! Evet öyleyiz değil mi. Haklısınız! Evet, gerçekten de bizim derdimiz bambaşka. Şu kısacık yazıdaki soruları okuyun ve bizim derdimizin ne olduğunu anlayın! Tabi böyle bir derdinizin olup olmadığını da! İşte buyrun:

Not: Şimdiye kadar bu sorulara ciddî veya gayr-ı ciddi cevap veren çıkmadı!

Medresetüzzehra’yı Nasıl Tasavvur Ediyorsunuz? (Yukarıda geçen 1 Numaralı Yazı)


34- Biz Ne Sizin Aldığınız Bu Dersi, Ne de Üstadınızı Tanımıyoruz ve Reddediyoruz!

Bize Öyle Üstad Lazım Değil! Eksik Olsun!

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10158041101019138

Her türlü yanlış anlamaya müsait şu manasız ve hatalı cümleyi demeden edememişler!

Yani “sesinizi kesin, ders yapacaksanız papağan gibi aynen okuyun” diyorlar!

“Binaenaleyh Risale-i Nur’u cemaate okumak nimetine mazhar olan kendisinden bir şey katmadan mübelliğ-i Nur olmalıdır.”

https://www.nurdanhaber.com/tr-tr/haberler/82998/husnu-agabey-ve-nur-cemaatlerinin-musterek-lahikasi/

Bu ne şimdi?

Bu izah karşıtlığı ile fikir ve düşünceye ve onun sözlü ve yazılı ifadesine ve ilme düşmanlık edilmiş olmuyor mu? Böyle bir tavra ve hatalı bir yaklaşıma, 1400 yıllık İslam ilim kültür mirasının hangi safhasında rastlanmış?

“Sen kendinden bir şey katmadan, geçmiş alimlerin kitaplarını aynen oku!” denseydi genç Said’e ve o da bunu sadakat namına emir telakki etme gafletine düşseydi, o izahını yasak ve ayıp ve hainlik gösterdiğiniz Risale-i Nur nasıl vücuda gelecekti???!

Ama tabi İslam adına yazmak ve söylemek ve ilim üretim faaliyeti yalnızca tek bir kişinin tekelinde değil mi? Nasıl olsa 100 sene önce gelen biri gerekli tüm söylenecekleri söylemiş ve yazılacakları yazmış ve yapılacakları yapmış! Öyle mi? İlim kapısını da kitlemiş ve anahtarını da denize atıp, kendi ve eserleriyle beraber tüm İslam ilim-kültür birikimini dondurmuş ve daha fazla gelişmesini, mevcut birikim üzerinden yeni üretimler yapılmasını yasaklamış öyle mi?

Sizler Üstad dediğiniz şahıstan böyle mi ders aldınız?

Eğer öyleyse biz de ne sizin aldığınız bu dersi, ne de Üstadınızı tanımıyoruz ve reddediyoruz!

Bize İslam’ın parlak istikbalinin önünde durup ilim ve üretiminin kapısını sonuna kadar kapatan, kitleyen ve anahtarını da denize atan bir Üstad lazım değil. Eksik olsun!

Bize İslam’ın parlak istikbalinin öncüsü olan ve her türden ilmî çalışmalara kapı ve ufuk açan ve ilim kapısını ardına kadar açık bırakmış bir Üstad lazım ve elzem!

İşte biz dersimizi böyle bir Üstad’tan alıyoruz ve ona olan sadakatimizi, İslam medeniyet tasavvurunun Üstadımızın bıraktığı yerden daha öteye taşınmasına gayret etmekle gösteriyoruz!

Siz güya sadık olduğunu iddia edenler! Sayın saydığınız yerde! İstikbal neslinin “tuh o asrın mirasyedi insanlarına!” tükürüklerine karşı çevirin yüzünü ve hiç kıpırdamayın! Zaten öyle yapıyorsunuz…

Alın size o bizi itham ettiğiniz herkesi zan altına alan suçlama ve sert tavır. Öyle olmaz, böyle olur! Buyrun afiyetle yiyin!

Söylediklerimizi kabul eden-etmeyen her nur talebesi, Allah için şu aşağıdaki adresteki bir kaç sarsıcı soruyu kendine sorsun ve cevabını vicdanen versin!

Belki bu soruların cevapları bizleri doğru yerlere taşır kimbilir. Allah’tan ümid kesilmez!

Medresetüzzehra’yı Nasıl Tasavvur Ediyorsunuz? (Yukarıda geçen 1 Numaralı Yazı)


35- Düşünme!,… Söyleme!… Yazma!…

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10158041236044138

Yeni ve farklı hiç bir şey yapma ve üretme!

Sadece mevcudu kullan, tüket ve taklid et!

Bu anlayış size doğru ve İslamî geliyor mu?


36- Başımıza Bir De “Risale-i Nur Tebliğcisi” Tabiri Çıktı!

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10158045719704138

“Mübelliğ-i Nur???!”

Allah aşkına bu nasıl bir tabirdir böyle?

“Binaenaleyh Risale-i Nur’u cemaate okumak nimetine mazhar olan kendisinden bir şey katmadan mübelliğ-i Nur olmalıdır.”

https://www.nurdanhaber.com/tr-tr/haberler/82998/husnu-agabey-ve-nur-cemaatlerinin-musterek-lahikasi/

Bu hilkat garibesi ve çok vahim tabir, “Hüsnü Ağabey ve Nur Cemaatlerinin Müşterek Lahikası” başlığı yayınlanan lahika metninde geçiyor.

Acaba tarihte Risale-i Nur kadar, okuyanların kutsal kitap gibi algıladığı iddiası yapılan ve müellifinin de peygamber gibi görüldüğü ithamıyla çürütülmeye şiddetli bir şekilde gayret sarf edilen ikinci bir kitap ve müellif var mıdır ki, bu akla ziyan tabiri kullanmaktan hiç kimse çekinmedi?

Hadi bizim yaşımız tutmaz, bunları sadece mahkeme müdafaalarında okuduk, gördük, etraftan işittik. İyi de bu ithamların yapıldığı davalara şahitlik etmiş insanların bulunduğu bir heyetin iştirakıyla, umuma açık olarak yayınlanan bu lahikada böyle uygunsuz ve yanlış anlaşılmaya çok müsait bir cümleye yer verilmesine nasıl izin verilir?

Diğer taraftan, bizler öyle zannediyor ve biliyorduk ki, biz Müslümanız ve yalnız ve yalnız İslamiyet ve imanın yüksek hakikatlerini tebliğ ediyoruz!

Bu yolda Risale-i Nur ise, Kur’an’ın hakikatlerinin, zamanımız insanına hitap eden en kuvvetli delil ve ispatlarını bulunduran ve bu delilleri sağlam bir mantık kurgusu ile sunan bir eser olduğu için, İslamiyeti tebliğ etmek için etkili bir hizmet aracı olarak kullandığımız bir vesiledir sadece. Esas maksadımız değildir, öyle zannediyorduk!

Peki öyle ise, bu “Risale-i Nur tebliğciliği” tabiri de ne nereden çıktı? Böyle bir tabir sizi hiç mi rahatsız etmedi? Ee azından “Aman! Sakın bu tabir, din düşmanlarının ve Risale-i Nur’a muhalif ve muarızların eline koz vermek için bir sebep olmasın!” diye de mi diye düşünemediniz?

Bir de kendimizden bir şey katmadan tebliğ edecekmişiz Risale-i Nur’u! O neden ki? Hangi sakat gerekçe ile bunu böyle yapacakmışız?

Sizin nazarınızda Risale-i Nur nasıl bir mukaddes kitap ve Nur talebeliği tarihte emsali görülmemiş, nasıl mutaassıp bir kitap tarikatı veya acaip taklitçi bir din ki (haşa),

İslamiyeti en mükemmel bir şekilde peygamberden ders alarak tebliğ eden sahabeler bile birbirlerine ve İslamiyeti tebliğ edeceklere “Aman! Sakın İslamiyeti tebliğ ederken kendinizden bir şey katmayın ve ne yazılı ne sözlü bir izah teşebbüsüne girmeyin! Yalnızca ayet ve hadisleri aynen nakledin!” demedikleri ve böyle girişimleri İslamiyete ve peygambere hainlik ve ihanet olarak damgalamadıkları halde,

(İslam tarihi ve sahabe zamanından başlayarak gelen tebliğ faaliyetleri ve milyonlarla ifade edilen tefsir ve kitaplar ve şerhler bunun böyle olduğuna şahittir.)

Sizler Kur’an ve hadislere reva görülmeyen bu uygunsuz muameleyi, Risale-i Nur ve aziz Üstadımız için tatbik etmeye cüret ediyorsunuz ve bunu çok doğru bir işmiş gibi bunu her fırsatta yapıyor ve bununla ilgili GAYR-I İSLAMΔ sözleri her ortamda söylüyor ve yayınlıyorsunuz? Hangi haklı gerekçeyle? Ümmet nazarında itham edileceğinizi de mi hesap edemiyorsunuz? İslam ümmetinin karşısına geçip de söylenecek sözler mi bunlar???

Şimdi o tabiri “Nur, zaten Kur’an’ın ismidir, biz Kur’an’ın tebliğini kastettik!” diye çevirmezsiniz inşallah, değil mi??

Bizler Kendimizi Her Şeyden Evvel Müslüman Görüyoruz!

Üstadımızı da büyük bir İslam alimi ve eserlerini de çok kıymetli bir ilim hazinesi ve hayat rehberi olarak biliyor ve kabul ediyoruz. Risale-i Nur’u ve Üstadımızı, mana-yı harfi ile yani Allah için ve İslamiyet hesabına seviyor ve hürmet ediyoruz.

Mana-yı ismi ile yani sırf bizzat eserleri ve şahsı namına kıymet vererek, İslamiyet ve Kur’an ve peygamberimizin ve 1400 senelik İslam ilim kültür birikimi ve mirasının ve sayısız alim ve İslamî kitapların önüne ve üstüne geçirmeye ve Risale-i Nur ve Üstadımızı İslamî ilim üretim kapısını kapatmak için kullanmaya, ben Müslümanım diyen hiç bir kimsenin hakkı yoktur ve olamaz.

Kimsenin inanıp itibar etmeyeceği, “Ama biz Risale-i Nur’u Kuran’ın önüne geçirmiyoruz ve daha üstün görmüyoruz!” sözlerini sakın söylemeyin. Elbette bunu sözle söylemiyorsunuz ve kalbinde iman olan kardeşlerimiz olarak akıl ve kalbiniz de bunu şiddetle reddeder, biliyoruz. Ama ne olur davranışlarınız, tatbikatınız ve diğer sözleriniz de bunu teyid etsin, yalanlamasın! Bunu sizden çok rica ediyoruz!

Madem “Biz Risale-i Nur’u Kuran’ın önüne geçirmiyoruz ve daha üstün görmüyoruz!” diyorsunuz ve elbette dersiniz, biz de sizden bunu bekleriz zaten. O halde Kur’an ve hadislere tatbik edilmeyen hatalı bir uygulamayı Risale-i Nur ve Üstadımız için tatbik etmeye çalışmayın da, sözünüze inanmak için bir sebebimiz olsun!

Çünkü böyle çok hatalı yaklaşımlarınız ve vahim derecede uygunsuz sözlerinizle, böyle bir söz söylememiş olsanız da, pratikte ve fiilen, Risale-i Nur’u Kur’an’ın, Üstadımızı peygamberimizin ve her ikisini de 1400 senelik İslamî ilim mirasının sahipleri olan tüm alim ve İslamî kitapların önüne ve üstüne geçirmiş oluyorsunuz!

Biz de bir müslüman olarak, bu vahim manaya gelen her türlü söz ve davranışınızı, İslamiyet hesabına kesin olarak ve şiddetle reddediyoruz!


37- Zaten Hiç Bizimle ve Yanımızda Olmayan ve Sadece Dışardan Seyredenler, Bizi Nasıl Terk Edecekler!!??

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10158058595214138

Bir kardeşimiz şunları yazmış:

“Yazılarınızda bir şeyler yapmak için uğraştığınız belli. ‘Biz de ne sizin aldığınız bu dersi, ne de Üstadınızı tanımıyoruz ve reddediyoruz! Bize öyle Üstad lazım değil! Eksik olsun!‘ gibi bir lafı kullanmanız ve sert üslup sebebiyle emin olun çevrenizde birileri varsa onlar da sizi terk edecektir. Çalışmalarınıza kimse sahip çıkmıyor diye yazdınız zaten, bu tip çıkışlarla iyice yok olacaktır. Ve nur talebeleri de çevrenizde yer almayı bırakın sizi tezyif edecektir. Dostane ve kibar uslubla bunu yazıyorum. selamlar.”

Biz bu konuda şöyle düşünüyoruz:

“Sağlık olsun. Şimdiye kadar dışarıdan bakıp seyredenler de terk edebilir. Onlar da lazım değil. O başlık sadece vurgu için ve manaya dikkat çekip, uyandırmaya vesile olabilmek içindir. Asıl manası bellidir. Bunu bahane edip hakkımızda kötü düşünen zaten eksik olsun. Bize hiç fark etmez.

O cümlenin manası açıkça şudur:

“Biz sizin Üstattan ve Risale-i Nur’dan öyle ders aldık diye naklettiğiniz, halbuki Üstad ve Risale-i Nur ile hiç ilgisi olmayan ve tamamen kendinize ait olan o hatalı yaklaşımlarınızı ve sözlerinizi ve Üstad ve Risale-i Nur hakkındaki yanlış tasavvur ve anlayışlarınızı reddediyoruz ve bize öyle hatalı anlayış ve düşünceler lazım değil, eksik olsun!” demektir.

Hem eksik aktarmışsınız. O eleştirdiğiniz cümlenin hemen devamında, o cümlenin yukarıda ifade ettiğimiz manada olduğunun ispat ve izahı vardır: İşte bakın ne demişiz :

“Bize İslam’ın parlak istikbalinin önünde durup ilim ve üretiminin kapısını sonuna kadar kapatan, kitleyen ve anahtarını da denize atan bir Üstad lazım değil. Eksik olsun!

Bize İslam’ın parlak istikbalinin öncüsü olan ve her türden ilmî çalışmalara kapı ve ufuk açan ve ilim kapısını ardına kadar açık bırakmış bir Üstad lazım ve elzem!”

Devamındaki bu ifadeleri okuyup da bu cümleler kendisine bir mana ifade etmeyen ve sadece ilk cümleye takılacak kadar anlayışı kıt, mutaassıp ve tarafgir insanlarla bizim de aramız açık olsun, hiç ziyanı yok!

Ayrıca 7 senedir yapılan devasa bir iman hizmeti ne ilgisini, ne merakını ve ne de İslamî hamiyet damarını harekete geçirmeyen ve İslam’ın ve Risale-i Nur’un istikbalini ciddî tehdit eden ve imana muhtaç milyonların hukukuna temas eden ve onların istifadesine zarar veren çok zararlı bir bulaşıcı hastalık ve vahim derecede hatalı, düşünceye, ilme, akla ve ilmî ve insanî hürriyete düşmanlık eden gayr-ı islamî yaklaşım ve düşünceler, kendisini hiç meşgul etmeyen ve onlardan rahatsız olmak ve mücadele etmek icap ederken, bizim haklı bir sebepten, mecburiyetle ve sırf insanları uyandırmak maksadıyla kullandığımız sert ve ikaz edici bu ifadelere küsecek ve bizi terk edecek ve bizi yalnız bırakacak kimse, zaten hiç dönüp arkasına bakmasın! Hiç öylelerine ihtiyacımız da yok, gerçekten hiç ziyanı da yok, eksik olsunlar! Hem varlıklarıyla yokluklarının farkı olmayanlar, bizi terk edeceklermiş.

Zaten hiç bizimle ve yanımızda olmayanlar ve sadece dışardan seyredenler, bizi nasıl terk edecekse!!??

Esas tehlike ve hastalığı öğrenmek isteyenler aşağıdaki yazıya müracaat etsinler:

İslâm’ın ve Risale-i Nur’un İstikbalini Tehdit Eden İşte Esas Tehlike: İlim Üretim Faaliyetine, Düşünceye ve Akla Düşmanlık (En yukarıdaki kaynak yazımız)


38- “Sen Bu Talebelerinin Senin ve Eserlerinin Adına Söyledikleri Bu Sözleri Kabul Ediyor Musun ve Razı Mısın?”

https://www.facebook.com/ediz.sozuer/posts/10158079750739138

Üstad Bediüzzaman’ın ilmî vukufiyetinin üstünlüğüne ve (bizce kabul edilen ve Allah katında bilinen) manevî mertebesinin büyüklüğüne rağmen, İslamî meselelerdeki hassasiyeti, diğer insanlara karşı özellikle ehl-i ilim ve ehl-i hizmet müslüman din kardeşlerine karşı nezaketi, inceliği ve haddini bilir ve hududu geçmez bir tarzdaki edepli tavrı gerçekten ne güzel bir örnek teşkil ediyor.

Eserlerinden alıntı yapıp sadeleştirerek kendi namlarına yayınlamalarına ve kullanmalarına mukabil, “o dost zatlar da Nur’un talebesidirler ve kendi namlarına neşretmelerine razıyım ve memnun olurum” demesi….

Bambaşka bir ufuk… Biline ve anlayana tabi… Bu derecede ilmî ve manevî mertebesi büyük bir insan bile, haddini biliyor, ancak bir müslüman tavrının ötesine geçmiyor.

Böyle tavırdaki bir insan ve eseri namına tüm ilim erbablarının ilmî teşebbüslerine engel olmak ve onun eserlerinden başka eser yazılmasına günah ve hainlik nazarıyla bakmak ve baktırmak,

Ümmetin karşısına geçip tek bir insanın fikriyatının kıyamete kadar insanlığa ve ümmete yeteceğini ve daha başkasının gerekmediğini ve ihtiyaç da olmadığını söylemek ve söylettirmek ve böyle had bilmez ve akıl almaz sözleri onun ve eserleri namına söyleme cesaretini, hadsizliğini ve cahilliğini göstermek……

Bir müslümanın haddi ve hakkı olmayan böyle yakışıksız işlerin kendi ve eserleri adına yapıldığı kendisine söylense, hayatında olduğu gibi elbette razı olmayacak ve reddedecekti.

“Biz sadece Risale-i Nur’un Kur’an’ın tesirli ve hakikî bir tefsiri olduğunu söylüyoruz. Yoksa başka tefsirlere ilişmeyi hiç düşünmemişiz…” (mealen) dediği gibi bu konuda da benzer bir tavır sergileyeceği bizce muhakkaktır.

Bu tür gayr-ı islamî sözleri güya Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur adına söyleyenler iyi düşünsünler. Âhirette elbette sorulacak:

“Sen bu talebelerinin senin ve eserlerinin adına söyledikleri bu sözleri kabul ediyor musun ve razı mısın?”

Ve Üstadımız bu sualin cevabını elbette verecek…..

Üstadımızın vereceği cevaptan emin olanlar (bizce iftira olan) bu sözlerine devam edebilirler… Fakat iyi düşünsünler…


39- İzahlı Kitaba “Bantla Kağıt Yapıştırma” Hadisesi Hakkında

Hüsnü Bayram ağabey’in naklettiği bir doktorun hazırladığı izahlı bir kitabın üzerine Üstad Bediüzzaman tarafından izahlı yerlerin üzerine bantla kağıt kapatarak ve Hüsnü ağabeye vererek: “bunu böyle neşredebilir!” dediğine dair nakledilen hadiseyi nasıl anladığımızı ifade etmek istiyoruz.
 
Çünkü bu hatıra izah çalışmalarına karşı sanki geçerli bir delilmiş gibi kullanılıyor.
 
Şunu da açıklıkla ortaya koymak gerekiyor: Mesela birisi önceden bir fikri benimsiyor, sonra da o baştan belli olan fikrine delil arıyor. Tabi böyle olunca işine gelmeyen deliller ya hiç bahsedilmiyor veya önü arkası kesilerek çarpıtılarak servis ediliyor. Ayrıca benimsenen fikir haricinde aklî gerekçeler, hayatın ihtiyaçları ve temel İslamî kabuller ve kaideler tamamen konu dışı bırakılıyor. İşte sorun budur. Önce özel bir tercih veya kişiye özel bir taassupla her türlü izah kötü ve yanlış görülüyor. Daha sonra bu şahsî fikrini destekleyen veya destekliyor görünen yerler Risale-i Nur’dan delil getirmek tarzında kullanıyor. Halbuki bu tavrın hakperestlikle de hakikatle de hiçbir alakası yoktur.
 
Şimdi meselemize geri dönelim. Abimize hiç yalan, iftira (haşa) isnad etmemize gerek olmadan bu hadise kolayca tevil edilir ve uygulamaya esas kabul edilmez.
 
Bir kere genel islami kaideler esastır. Böyle nakillere hiç ihtiyaç yoktur. Bu tür nakiller meseleyi ters yüz etmez. Bir eserdeki mevcut hakikatleri daha iyi anlamak, geliştirmek, çözümlemek ve detaylandırmak maksadıyla başlı başına bir “ilim üretim faaliyeti” olarak izahlar ve şerhler, yani “eser geliştirme ve işleme işi”, İslâm medeniyetinde yerleşmiş ve köklü bir ilmî, kültürel gelenektir. Böyle bir ilim kapısını kapatmaya teşebbüs etmek kimsenin haddi değildir.
 
Ayrıca bizzat Üstad Bediüzzaman’ın Risale-i Nur içinde neşredilen aşağıdaki mektupları varken Hüsnü abinin o nakli hiç bir mana ifade etmez. Ancak ne mana ifade eder biliyor musunuz? Sırf o hadise ve şahsa veya zamana özel olarak ve bizce meçhul bir sebeple Üstadın hususi bir tercihi olduğudur. Yoksa genel bir yasak olamaz, olursa üstad kendi yazdıklarıyla tenakuza düşürülmüş olur.
 
“vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ve Dokuzuncu Şuâ’nın Dokuz Makamı’nı tekmille ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek.”
 
Şu mektuba bir bakın: “Sabri mektubunda, “iki üç senedir Risale-i Nur, telif cihetinde tevakkuf devresini geçiriyor” diye hikmetini soruyor. Bunun cevabı uzundur. Hem telif ihtiyarımız dairesinde değil. Hem Risale-i Nur şakirtlerinin teliften hisseleri kalmak için, bazı ehemmiyetli esbap ve arızalar mani oldu.” (Kastamonu Lahikası). Telif kelimesinin, eline kalemi alıp bir şeyler yazmaktan başka manası yoktur.
 
Bir de buna bakın: “İnşaallah bir zaman, Risale-i Nur’un şakirtlerinden birisi veya birkaç tanesi, o dokuz makamı ve berahini telif edecek ve Mukaddeme-i Haşriyenin başındaki âyât-ı âzamın dokuz fıkrasının hazinelerini, Risale-i Nur’da münteşir haşr-i cismanî berahiniyle ve kalblerine gelen sünuhat ve ilhamat ile açıp, Dokuzuncu Şua’yı Onuncu Söz’den daha parlak, daha kuvvetli bir tarzda tekmil edecek.” (Kastamonu Lâhikası, 131. Mektup)
 
Peki bu mektuptan ne anlıyorsunuz? “Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.” (Mektubat, Yirmidokuzuncu Mektup, Altıncı Kısım)
 
Demek, izah ve şerh dâhilinde bir şeyler yazılabilir! Eksik bırakılan risalelerin telif edilmesi denenebilir! Hem en önemlisi, anlaşılıyor ki Risale-i Nur şakirtlerinin de teliften hisseleri vardır! Artık tüm bu mektupların içerikleri birlikte değerlendirildiğinde, o hissenin ağırlıklı olarak şerh ve izah olduğunda ve bunun da sadece Risale-i Nur’dan alıntı yapmakla sınırlı olmadığında kimsenin hiç bir şüphesi kalmaması gerekir, bizim kanaatimiz budur.
Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

Yazar: Ediz Sözüer

Ediz SÖZÜER 1974, Ankara doğumludur. Gelir İdaresi’nde Gelir Uzmanı olarak görev yapmaktadır. “Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur Eğitim Programı”, yazarın ilk etapta internet ortamında ücretsiz olarak yayınlanarak daha sonra basılmış ve tüm çalışmalarının üzerine bina edildiği temel ve kaynak kitap çalışmasıdır. Deneme mahiyetinde kaleme aldığı Risale-i Nur izah metinleri ve Risalehaber sitesinde makale yazmakla başlayan yolculuğu, Risale Akademi’de sunulmaya başlanan görsel destekli ve akademik temelli “Tabiat Risalesi Açılımları Seminerleri”yle devam etti. Manevî bir ilim hazinesi olan Risale-i Nur eserleri içindeki Kur’ânî hakikatlerin insanlığa mal edilmesinde ve toplum olarak muhtaç olduğumuz zihinsel dönüşümün gerçekleşmesinde önemli bir katkıda bulunma kabiliyetinin bulunduğuna inandığı kitap çalışmasını, hep bir proje kıymetinde gördü. Tamamlanan kitap çalışmasını daha geniş kitlelere ulaştırmak için, bu çalışmanın üzerine bina edilerek hazırlanmış ve “görsel bir kitap” mahiyetindeki “Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı”nı iki haftada bir sürekli bir program olarak vermeye başladı. Ayrıca zaman zaman akademik eğitim faaliyetlerinde de “Medresetüzzehra Eğitim Yaklaşımı” ve “Risale-i Nur İzah Çalışmaları” hakkında sunumlar gerçekleştirdi. 2018 yılında ise Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı'nın temel/kaynak kitap çalışması, din araştırma dalında "Altın Kalem Yazarlık Ödülü"ne layık görüldü. Kitap çalışması ve eğitim programının yazılı ve görsel tüm içerikleri, notere onaylatılmış muvafakatname ile her türlü serbest kullanım, basım ve yayım hakkı tanınmasıyla; başta Risale-i Nur’a, Kur’ân’a ve İslam’a gönül vermiş herkese ve tüm insanlığa mal edilmiştir. (Muvafakatnameye ana sayfadaki "Telif Hakkı Bildirisi" isimli menüden ulaşabilirsiniz) Bu çalışmalardan haberi olanlardan ciddiyetle istediği ve Risale-i Nur’a gönül vermiş insanlara samimiyetle ifade ettiği şudur: “Kıymetsiz ve önemsiz şahsıma değil, bu çalışmalar vesilesiyle Allah’ın bir nimeti olarak harika bir şekilde ortaya çıkan hakikatlere önem veriniz ve onlara sahip çıkınız. Sizden tek istediğim budur.”

5 thoughts on “İslâm’ın ve Risale-i Nur’un İstikbalini Tehdit Eden İşte Esas Tehlike: İlim Üretim Faaliyetine, Düşünceye ve Akla Düşmanlık

  1. Geri bildirim: “Risale-i Nur Eğitim Programı Derslerimiz ve İzah Metinlerimiz, Umumi Derslerde Risale-i Nur Yerinde Okunsun, Okunmalı” diyemez miyiz?!! | KEŞİF YOLCULUKLARI: Farklı Mana Açılımlarıyla, İzahlı ve Görsel Destekli Risale-i Nur Eği

  2. Geri bildirim: Muhakkak Maslahat, Mevhum Mazarrata Feda Edilmez | KEŞİF YOLCULUKLARI: Farklı Mana Açılımlarıyla, İzahlı ve Görsel Destekli Risale-i Nur Eğitim Programı

  3. Geri bildirim: Biz Ne Sizin Aldığınız Bu Dersi, Ne de Üstadınızı Tanımıyoruz ve Reddediyoruz! | KEŞİF YOLCULUKLARI: Farklı Mana Açılımlarıyla, İzahlı ve Görsel Destekli Risale-i Nur Eğitim Programı

  4. Hüseyin Binatlıbinaoğlu adlı kullanıcının avatarı

    Basılı eserlerden gönderebilirmisiniz efendim. Hüseyin Binatlıbinaoğlu Hemşin, Bilenköy Whatsap 0532 413 94 32

    Beğen

Hüseyin Binatlıbinaoğlu için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.